Selam Azizim,
Konu "hadisler" olunca yazıyı uzun tutmak zorunda kaldım. Şunu yazmazsam eksik kalır, bunu yazmazsam soru işaretleri oluşur derken, bir bakmışım 2 partlık bir yazı olmuş. Okunması kolay olsun diye başlıklara ve maddeciklere ayırdım. Aynı şeyleri farklı şekilde anlattığım yerler olacak canlar. Bu gerekli, zira hep aynı yerden darbeyi yiyiyoruz. Başta "arz metodu" ile ilgili bilgiler vericem. Sonra çılgınlar gibi sohbet edicez. Sizi öyle boş boş göndermicem anlayacağınız. Neyse, fazla laf kalabalığı etmek istemiyorum. Zira bizler çok konuşan, genelde hiçbir şey yapmayan bir milletiz. İlgi alanımıza girsin-girmesin her ne konu varsa fikir sahibi olduğumuzu ima eden, bilgide kıt olduğumuzu çok iyi kamufle eden bir yapımız var. Menfaatimize dokunulduğunda aslan kesilen, ikiyüzlülüğümüz açığa vurulduğunda düşman belleyen, inancımız sorgulandığında düşünmeyi bir kenara bırakıp sensörlü tuvalet lambası gibi ani tepkiler veren donanımlara sahibiz. Bizler toplumda beğeni kazanmak için yararsız işler peşinde koşan hologram varlıklarız. Cebindeki 1 tl'yi ihtiyaç sahibine verdiğinde "cömertim" diyebilen suni iyilik melekleriyiz.
Bizler hayatın her sahasında anormal tavırlar sergilediği halde Mısır pramitleri gibi gizemli görünmeye çalışan çaylak insanlarız. Bizler dini savunduğunu zannederek ağzından tükürükler saçan, tartışmalara giren, ama iki dakka sonra facebook'ta Candy Crush oynayan samimiyet yoksunu türleriz. Bizler kendimizi kandırmakta sınırları aşmayı başarmış bir topluluğuz.
Böyle bir topluma ayak uydurmaktan nefret ediyorum. Yalnızlığa kaçıyorum sonra. Yalnızlık Allah'a sığındırıyor. Tesellinin O'na yönelmekte olduğunu fark ediyorum zamanla. Kur'an okuyorum, "yalnızca teselli bulacağın bir kitap değil bu, ayağa kalk!" diyor.
"...Sen bununla (Kuran'la) hatırlat ki, bir kişi kazandığının felaketli sonucunu çekmesin..." (En'am,70) diyor. Durma! Bu şaşırmış topluma
"...kendisi için Allah'tan başka hiç bir dost ve hiçbir şefaatçi bulunmadığını Kur'ân ile hatırlat..." (En'am,70) diyor. Kuran'dan başka dini kitaplar edinenlere
"Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?" (Ankebut,51) diye sor, diyor.
Ancak bunları söylediğinde, ezbere konuşan toplumun her etiketine maruz kalıyorsun. Ani tepkiler sonucu "ya vahhabi-selefi akımına yada modernist-marjinal akımına kapılmışsın birader!" teşhisleri konuluyor. "Olum Allah da mı vahhabi? O da mı modernist?" diyorsun, yüzlerinde "kem, küm, ama" gibi anlamsız ifadeler beliriyor.
Evet, toplum ezbere konuşuyor ve kitle psikolojisiyle hareket ettiği için bireysel düşünceye ihtiyaç duymuyor. Tarihin her döneminde aynı tabloyu görmek mümkün. Şöyle bir etrafına bak, bunun için sosyolog olmaya gerek yok azizim. Göreceksin ki her toplum geçmişini efsaneleştirmiş, kendinden önceki neslin zaferiyle sarhoş olmuş, o dönemin bilginlerini, alimlerini ister istemez otorite kabul etmiştir. Kültür ve inancına bir bak neye göre şekillenmiş! Geleceğine bir bak, korkulara ve menfaatlere mahkum edilmiş. Böyle bir toplumun sağlıklı düşünebilme ihtimali bir yana, asırlarca sürdürdüğü yanlışları görebilme lüksü var mıdır hacı? Hele 'o yanlışı' yanlış olarak kabul etme lüksü? Hayır, böyle bir yanlışın varlığını görse bile belli mantıki delillere bina ederek doğrulatmaya çalışması ve koruması kaçınılmazdır. Çünkü insanların çoğu aldatılabileceğini düşünmez. Çünkü insan kibirlidir.
Konu "hadisler" olunca yazıyı uzun tutmak zorunda kaldım. Şunu yazmazsam eksik kalır, bunu yazmazsam soru işaretleri oluşur derken, bir bakmışım 2 partlık bir yazı olmuş. Okunması kolay olsun diye başlıklara ve maddeciklere ayırdım. Aynı şeyleri farklı şekilde anlattığım yerler olacak canlar. Bu gerekli, zira hep aynı yerden darbeyi yiyiyoruz. Başta "arz metodu" ile ilgili bilgiler vericem. Sonra çılgınlar gibi sohbet edicez. Sizi öyle boş boş göndermicem anlayacağınız. Neyse, fazla laf kalabalığı etmek istemiyorum. Zira bizler çok konuşan, genelde hiçbir şey yapmayan bir milletiz. İlgi alanımıza girsin-girmesin her ne konu varsa fikir sahibi olduğumuzu ima eden, bilgide kıt olduğumuzu çok iyi kamufle eden bir yapımız var. Menfaatimize dokunulduğunda aslan kesilen, ikiyüzlülüğümüz açığa vurulduğunda düşman belleyen, inancımız sorgulandığında düşünmeyi bir kenara bırakıp sensörlü tuvalet lambası gibi ani tepkiler veren donanımlara sahibiz. Bizler toplumda beğeni kazanmak için yararsız işler peşinde koşan hologram varlıklarız. Cebindeki 1 tl'yi ihtiyaç sahibine verdiğinde "cömertim" diyebilen suni iyilik melekleriyiz.
Bizler hayatın her sahasında anormal tavırlar sergilediği halde Mısır pramitleri gibi gizemli görünmeye çalışan çaylak insanlarız. Bizler dini savunduğunu zannederek ağzından tükürükler saçan, tartışmalara giren, ama iki dakka sonra facebook'ta Candy Crush oynayan samimiyet yoksunu türleriz. Bizler kendimizi kandırmakta sınırları aşmayı başarmış bir topluluğuz.
Böyle bir topluma ayak uydurmaktan nefret ediyorum. Yalnızlığa kaçıyorum sonra. Yalnızlık Allah'a sığındırıyor. Tesellinin O'na yönelmekte olduğunu fark ediyorum zamanla. Kur'an okuyorum, "yalnızca teselli bulacağın bir kitap değil bu, ayağa kalk!" diyor.
"...Sen bununla (Kuran'la) hatırlat ki, bir kişi kazandığının felaketli sonucunu çekmesin..." (En'am,70) diyor. Durma! Bu şaşırmış topluma
"...kendisi için Allah'tan başka hiç bir dost ve hiçbir şefaatçi bulunmadığını Kur'ân ile hatırlat..." (En'am,70) diyor. Kuran'dan başka dini kitaplar edinenlere
"Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?" (Ankebut,51) diye sor, diyor.
Ancak bunları söylediğinde, ezbere konuşan toplumun her etiketine maruz kalıyorsun. Ani tepkiler sonucu "ya vahhabi-selefi akımına yada modernist-marjinal akımına kapılmışsın birader!" teşhisleri konuluyor. "Olum Allah da mı vahhabi? O da mı modernist?" diyorsun, yüzlerinde "kem, küm, ama" gibi anlamsız ifadeler beliriyor.
Evet, toplum ezbere konuşuyor ve kitle psikolojisiyle hareket ettiği için bireysel düşünceye ihtiyaç duymuyor. Tarihin her döneminde aynı tabloyu görmek mümkün. Şöyle bir etrafına bak, bunun için sosyolog olmaya gerek yok azizim. Göreceksin ki her toplum geçmişini efsaneleştirmiş, kendinden önceki neslin zaferiyle sarhoş olmuş, o dönemin bilginlerini, alimlerini ister istemez otorite kabul etmiştir. Kültür ve inancına bir bak neye göre şekillenmiş! Geleceğine bir bak, korkulara ve menfaatlere mahkum edilmiş. Böyle bir toplumun sağlıklı düşünebilme ihtimali bir yana, asırlarca sürdürdüğü yanlışları görebilme lüksü var mıdır hacı? Hele 'o yanlışı' yanlış olarak kabul etme lüksü? Hayır, böyle bir yanlışın varlığını görse bile belli mantıki delillere bina ederek doğrulatmaya çalışması ve koruması kaçınılmazdır. Çünkü insanların çoğu aldatılabileceğini düşünmez. Çünkü insan kibirlidir.
Ancak
bu koruma içgüdüsü dini bilgiler üzerineyse çok vahim sonuçlar
doğurabilir. Allah'ın dinini koruyayım derken şeytanın avukatlığına
kadar gider.
Eğer toplumun içine düştüğü
yanlış din algısını yalnızca Kuran'la düzeltmeye çalışırsan itici
bulurlar seni. Etiket manyağı olursun git gide. Belki de adını ilk defa
duyduğun "vahhabi, mutezile,hariciler" gibi kavramlara kurban edilirsin.
O da yetmedi, "hadis düşmanı, peygamberi postacı gören sapık" damgası
yersin. Ağzını her açtığında "bildiklerini kendine sakla!" diyen ebu
leheblerin sözleriyle kesilir konuşmaların.
Peki neden böyle bir tepki verirler? Çok açıktır ki bunun nedeni, genellikle rivayetler ve hadisler üzerine kurulu olan dinin Kuran'la çelişmeyeceği düşüncesidir. Dolayısıyla din adına oluşmuş yanlış inanç ve amellerin sebebi de bu düşünce sistemi olduğu pek fark edilmez. Yanlışlarında inatlaşanlar, bu düşünce sistemini terk etmek yerine "cerh ve tadil" kavramlarıyla "sahih hadisler" belirlemeye çalışmış, hangi hadislerin sahih, hangilerinin uydurma olduğunu alimlerin kanaatlerine terk etmişlerdir. Tabi bununla da kalmamış, Peygamber'in Kur'an dışı vahiy aldığını topluma kabul ettirebilmek için "kutsi hadisler" diye ek bir vahiy geleneği geliştirmişlerdir. Kuran'daki "hikmet" kavramını bağlamından kopararak günümüzdeki "hadis ve sünneti" işaret ettiği gibi bir anlam kazandırmışlardır. Eğer Kuran'a bakarsak, hadislerin dinde yaptığı tahribatın boyutlarının tamir edilemez halde olduğunu fark edeceğiz.
ARZ METODU
Peki neden böyle bir tepki verirler? Çok açıktır ki bunun nedeni, genellikle rivayetler ve hadisler üzerine kurulu olan dinin Kuran'la çelişmeyeceği düşüncesidir. Dolayısıyla din adına oluşmuş yanlış inanç ve amellerin sebebi de bu düşünce sistemi olduğu pek fark edilmez. Yanlışlarında inatlaşanlar, bu düşünce sistemini terk etmek yerine "cerh ve tadil" kavramlarıyla "sahih hadisler" belirlemeye çalışmış, hangi hadislerin sahih, hangilerinin uydurma olduğunu alimlerin kanaatlerine terk etmişlerdir. Tabi bununla da kalmamış, Peygamber'in Kur'an dışı vahiy aldığını topluma kabul ettirebilmek için "kutsi hadisler" diye ek bir vahiy geleneği geliştirmişlerdir. Kuran'daki "hikmet" kavramını bağlamından kopararak günümüzdeki "hadis ve sünneti" işaret ettiği gibi bir anlam kazandırmışlardır. Eğer Kuran'a bakarsak, hadislerin dinde yaptığı tahribatın boyutlarının tamir edilemez halde olduğunu fark edeceğiz.
ARZ METODU
Hadisler konusunda biriyle tartıştığında ve yalnızca Kuran'a uyulması gerektiğine dair ayetler öne sürdüğünde muhtemelen;
-vahhabilerin akımına kapılmışsın birader, hep ayetlerle cevap veriyorsun!
yada;
-dini anlamak için yanlış bir metod kullanıyorsun aga!
gibi
bir tepkiyle karşılaşırsın. Birinci tepki zihninde kötü bir imge
oluşturmak içindir. "Peygamberimiz gibi ayetlerle cevap veriyorsun"
diyemez asla. Oysa Peygamberimiz de kendisine vahyedilenden
başkasına uymuyor, ondan başkasıyla cevap vermiyordu. Şimdi
vahhabi-selefi konusuna girmicem. Yalnız sana bu etiketleri
yapıştıranlar, seni suçladığı akımların ne menem şey olduklarından
haberleri bile yok. Toplum ona "Kur'an'dan başka şey konuşmayanı
vahhabi-selefi diye yapıştır gitsin" algısı verir, o da gereğini yapar.
İkinci
tepki ise dini meseleleri ve özellikle hadisleri 'tümüyle' Kuran'a göre
değerlendirme prensibinin bir metod olduğu ve bu metodun dini anlamada
tatmin edici gerekçeler sunmadığı için yanlış bir tutum oluşturduğu
endişesidir. Bu nedenle, hadislere yaklaşımlarda 3 farklı düşüncenin rol aldığını görüyoruz.
1.Grup: Bu gruptaki mahalle sakinleri, Kuran'ın Allah kelamı olduğuna inanır gibi, Buhari, Müslim ve diğer bazı kitaplardaki sahih hadislere "gerçekten Peygamber'in sözleriymiş" gibi inanırlar. Bu kitaplardaki yanlışları yanlış olarak kabul etmez, hikmet gözüyle bakarlar. (Hadisçiler)
2.Grup: Buradaki elemanlar, Hadislerin dini değer taşıdığını ancak bize aktarılan bazı hadislerin uydurma olabileceği endişesiyle Kuran'a arz edilmesi gerektiğini, böylelikle sahih hadislerin tespit edilebileceğini savunurlar. (Arzcılar) (Aczmendi tarikatı gibi oldu, idare edin artık)
3.Grup:
Hadisin dini değer taşımadığını ve Kuran'ın yeterli olabileceğini ifade edenler ki, bunlar hep 'hadis
düşmanı' yada 'oryantalistler' olarak nitelendirilmişlerdir. Nitekim
Alois Sprenger (1813-1893) hadislerin, toplayanlar tarafından çok iyi
incelenmeden aktarıldığını, yazılan hiçbir esere
güvenilemeyeceğini söylemiştir. Aynı şekilde Barthelemy d'Herbelot
(1625-1695) 'Şark Kütüpanesi' adlı eserinde hadislerin büyük bölümünün
Talmud'dan alındığını söyler. (Kurancılar)
Kimseyi -cılar -ciler gibi adlandırmak istemiyorum. Ancak birazdan bu ifadeler lazım olacak.
Bu 3 grup arasında müthiş suçlamalar ve tekfirler sözkonusudur. Örneğin;
1.Grup 2.Grubu hadisleri Kuran'a arz ederek yanlış bir metod uyguladığını söyler.
1.Grup 3.Grubu peygamberi devre dışı bırakmakla suçlar.
2.Grup 3.Grubu hadisleri inkar etmekle suçlar.
2.Grup 1.Grubu Zanna uymakla eleştirir.
3.Grup 1.Grubu atalarına uymakla suçlar.
Neyse, işi aşure çorbasına döndürmenin anlamı yok.
Hadislerin Kuran'a arz edilmesini savunanlar (yani arzcılar), sahabelerin de bu metodu kullandığını ve özellikle Halife Ömer'e gelen Fatıma Binti Kays'ın kocası tarafından boşandığı zaman Resulullah'ın kendisi için nafaka ve sukna(ikametgah,yer) ile hükmetmediğini nakledince, Halife Ömer, (Talak, 1-7 ayetine dayanarak): "Unutması veya hata etmesi mümkün olan bir kadının rivayetiyle Kuran'ı terketmeyiz." diyerek bunu reddetmesini delil göstermişlerdir.[*1]
Eğer bu rivayet doğru aktarılmışsa (ki bunu kesinlikle bilemeyiz, ilerde açıklıcam) Halife Ömer doğru bir şey yapmıştır. Ancak o da ne! Hadisçiler şöyle diyor; Halife Ömer'in ayete dayanarak bu hadisi reddetmesi, onun sahih olmadığını göstermez. Zira Aişe'den gelen şu rivayet, Fatıma'nın doğru söylediğine işaret etmektedir: "Fatıma'nın evi kenar semtte (Medine dışında) ve ıssız bir yerde olduğu için, Resulullah onun (kocasının evinden çıkmasına) ruhsat tanımıştır."[*2] Yani Peygamber, nafaka ve sukna ile hükmetmemiş. Peki neden? Nedenini ne Buhari ne de Müslim belirtmiş. Ancak bu hadisi kurtarmak için ne diyorlar biliyor musun? Kocası ölmüş olabilir, hamile olmuş olabilir, 3 talakla boşanmış olabilir(ki Kuran'da böyle bir ifade yok)...
Kuran'a dayanmayan bir dinin nasıl bir saçmalığa yol açtığını görüyor musun? Önüne 2 rivayet konuluyor. Biri, her durumda Kuran'a gitmek gerektiğini söylüyor, diğeri ise Kuran'a her zaman gidilmez demeye getiriyor. Aslında, Kuran'a uygun olmayan hadislerin bu şekilde rededdilmesi önlenmeye çalışılıyor. Ne kadar saçma olsa da hadislerin kabul görmesi için bir çok doğrulatma mekanizması geliştirilmiştir. Peki doğrulatmaya çalışamadıkları hadisler için neler yapıyorlar dersiniz? Hiç bişey! Evet, "hikmet" deyip konu kapatılıyor. Zaten siz Kuran'a uygun olmayan hangi hadisi öne sürerseniz sürün, genelde onu doğrulatmaya çalışan başka bir hadis ortaya konulmuştur. Şimdi aşağıda vereceğim 3 kıssayı iyi inceleyin canlar. Cevap kısmında bir gariplik göreceksiniz.
1. Kıssa
Ebu Hureyre (ra) Rasulullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Uğursuzluk üç şeydedir: Ev, binek ve kadın.."
Aişe (rha) da diyor ki: 'Allah (ac): "Yeryüzünde ve kendi nefislerinize uğradınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta (Levh-i Mahfuz) yazılmış olmasın. Şüphesiz ki bu, Allah'a göre kolaydır." (Hadid, 22) diye buyurmuyor mu?'
Cevap
Kıssa şüphe ehlinin anlattığı şekilde değildir...
Aişe (rha) diyor ki: “Allah (ac) Ebu Hureyre'ye rahmet etsin. O, bu hadisi eksik rivayet etmiştir.. Çünkü Resulullah (sav) şöyle buyurur: ‘Cahiliye ehlinin uğursuzluğu üç şeydedir: Ev, binek ve kadın...’ “
2. Kıssa
Ömer (ra.) hançerlendiği zaman birisi ağlıyor. Bunun üzerine Ömer o adama:
‘Ey falan! Allah Rasûlü ölü kabrinde yakınlarından dolayı azap görür' demesine rağmen sen benim için ağlıyor musun?’ bu sözü Aişe (rah.) duyunca diyor ki:‘Allah şöyle buyurmuyor mu:'Kimse kimsenin günahını yüklenmez.' (Necm 38) Bu konuda Kur’an size yeter.’ "
Diyorlar ki: ‘Ömer bir hadis nakletti, Aişe ise bunu Kuran'a arzetti ve uygun olmadığı için kabul etmedi.'
Cevap
Bu kıssanın aslı böyle değildir. Kıssanın aslı şöyledir:
“Aişe (rah.) diyor k: ‘Allah, Ömer'e rahmet etsin. O yalan söylemedi fakat unuttu veya yanıldı. Rasûlullah (sav.) bir Yahudi’nin mezarının oradan geçerken ailesi ağlıyordu. Rasûlullah (sav.) dedi ki: ‘Bunlar ona ağlıyor o ise kabrinde azap görüyor. Siz bilmez misiniz ki Allah: “Kimse kimsenin günahını yüklenmez.” (Necm38) buyuruyor.”
Kıssanın bu şekliyle anlıyoruz ki Aişe (rah.) sünneti sünnete arz etmiştir. Yani ravinin eksik olarak ezberlediği rivayeti Aişe (rah.) tam olarak rivayet ediyor.
Sonuç olarak burada Kuran'a arz yoktur, diyebiliriz.
3. Kıssa
'Ebu Hureyre (ra) diyor ki, Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: 'Veled-i zina üç şerliden bir tanesidir.' Bunun üzerine Aişe (rha) diyor ki; 'Allah (ac): 'Kimse kimsenin günahını yüklenmez.' (Necm, 38) buyuruyor.'
Demişler ki; 'Ebu Hureyre (ra) bir hadis rivayet etti. Aişe (rha) bu hadisi Kur'an'a uymadığından dolayı kabul etmedi.
Cevap
Bu kıssayı eksik ve yanlış aktarmışlardır. Kıssanın aslı şöyledir:
Aişe (rha) diyor ki: "Allah (ac) Ebu Hureyre'ye rahmet etsin. Bir münafık vardı ve bu münafık Rasulullah'a (sav) çokça eziyet ediyordu. Rasulullah (sav) de dedi ki: 'Kim bunun şerrinden beni kurtaracak?' Sahabeden biri dedi ki; 'Ey Allah'ın Rasulü! Zaten o veled-i zinadır, üç şerliden biridir.'
Bunun üzerine Rasulullah (sav) dedi ki; ' Sen böyle diyorsun ama Allah (ac); 'Kimse kimsenin günahını yüklenmez.' buyurmuyor mu? ' dedi."
Sonuç olarak diyebiliriz ki, kıssa bu şekilde açıklandığında anlaşılıyor ki burada sünnetin Kur'an'a arzı yoktur. Burada sünnete bir arz vardır.
Arzcıların dilinden düşürmediği "ölçütün Kur'an olması gerektiğini" söyleyip bazı hadisleri savunması da ayrı bir komedi! İşte biri;
Kimseyi -cılar -ciler gibi adlandırmak istemiyorum. Ancak birazdan bu ifadeler lazım olacak.
Bu 3 grup arasında müthiş suçlamalar ve tekfirler sözkonusudur. Örneğin;
1.Grup 2.Grubu hadisleri Kuran'a arz ederek yanlış bir metod uyguladığını söyler.
1.Grup 3.Grubu peygamberi devre dışı bırakmakla suçlar.
2.Grup 3.Grubu hadisleri inkar etmekle suçlar.
2.Grup 1.Grubu Zanna uymakla eleştirir.
3.Grup 1.Grubu atalarına uymakla suçlar.
Neyse, işi aşure çorbasına döndürmenin anlamı yok.
Hadislerin Kuran'a arz edilmesini savunanlar (yani arzcılar), sahabelerin de bu metodu kullandığını ve özellikle Halife Ömer'e gelen Fatıma Binti Kays'ın kocası tarafından boşandığı zaman Resulullah'ın kendisi için nafaka ve sukna(ikametgah,yer) ile hükmetmediğini nakledince, Halife Ömer, (Talak, 1-7 ayetine dayanarak): "Unutması veya hata etmesi mümkün olan bir kadının rivayetiyle Kuran'ı terketmeyiz." diyerek bunu reddetmesini delil göstermişlerdir.[*1]
Eğer bu rivayet doğru aktarılmışsa (ki bunu kesinlikle bilemeyiz, ilerde açıklıcam) Halife Ömer doğru bir şey yapmıştır. Ancak o da ne! Hadisçiler şöyle diyor; Halife Ömer'in ayete dayanarak bu hadisi reddetmesi, onun sahih olmadığını göstermez. Zira Aişe'den gelen şu rivayet, Fatıma'nın doğru söylediğine işaret etmektedir: "Fatıma'nın evi kenar semtte (Medine dışında) ve ıssız bir yerde olduğu için, Resulullah onun (kocasının evinden çıkmasına) ruhsat tanımıştır."[*2] Yani Peygamber, nafaka ve sukna ile hükmetmemiş. Peki neden? Nedenini ne Buhari ne de Müslim belirtmiş. Ancak bu hadisi kurtarmak için ne diyorlar biliyor musun? Kocası ölmüş olabilir, hamile olmuş olabilir, 3 talakla boşanmış olabilir(ki Kuran'da böyle bir ifade yok)...
Kuran'a dayanmayan bir dinin nasıl bir saçmalığa yol açtığını görüyor musun? Önüne 2 rivayet konuluyor. Biri, her durumda Kuran'a gitmek gerektiğini söylüyor, diğeri ise Kuran'a her zaman gidilmez demeye getiriyor. Aslında, Kuran'a uygun olmayan hadislerin bu şekilde rededdilmesi önlenmeye çalışılıyor. Ne kadar saçma olsa da hadislerin kabul görmesi için bir çok doğrulatma mekanizması geliştirilmiştir. Peki doğrulatmaya çalışamadıkları hadisler için neler yapıyorlar dersiniz? Hiç bişey! Evet, "hikmet" deyip konu kapatılıyor. Zaten siz Kuran'a uygun olmayan hangi hadisi öne sürerseniz sürün, genelde onu doğrulatmaya çalışan başka bir hadis ortaya konulmuştur. Şimdi aşağıda vereceğim 3 kıssayı iyi inceleyin canlar. Cevap kısmında bir gariplik göreceksiniz.
1. Kıssa
Ebu Hureyre (ra) Rasulullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Uğursuzluk üç şeydedir: Ev, binek ve kadın.."
Aişe (rha) da diyor ki: 'Allah (ac): "Yeryüzünde ve kendi nefislerinize uğradınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta (Levh-i Mahfuz) yazılmış olmasın. Şüphesiz ki bu, Allah'a göre kolaydır." (Hadid, 22) diye buyurmuyor mu?'
Cevap
Kıssa şüphe ehlinin anlattığı şekilde değildir...
Aişe (rha) diyor ki: “Allah (ac) Ebu Hureyre'ye rahmet etsin. O, bu hadisi eksik rivayet etmiştir.. Çünkü Resulullah (sav) şöyle buyurur: ‘Cahiliye ehlinin uğursuzluğu üç şeydedir: Ev, binek ve kadın...’ “
2. Kıssa
Ömer (ra.) hançerlendiği zaman birisi ağlıyor. Bunun üzerine Ömer o adama:
‘Ey falan! Allah Rasûlü ölü kabrinde yakınlarından dolayı azap görür' demesine rağmen sen benim için ağlıyor musun?’ bu sözü Aişe (rah.) duyunca diyor ki:‘Allah şöyle buyurmuyor mu:'Kimse kimsenin günahını yüklenmez.' (Necm 38) Bu konuda Kur’an size yeter.’ "
Diyorlar ki: ‘Ömer bir hadis nakletti, Aişe ise bunu Kuran'a arzetti ve uygun olmadığı için kabul etmedi.'
Cevap
Bu kıssanın aslı böyle değildir. Kıssanın aslı şöyledir:
“Aişe (rah.) diyor k: ‘Allah, Ömer'e rahmet etsin. O yalan söylemedi fakat unuttu veya yanıldı. Rasûlullah (sav.) bir Yahudi’nin mezarının oradan geçerken ailesi ağlıyordu. Rasûlullah (sav.) dedi ki: ‘Bunlar ona ağlıyor o ise kabrinde azap görüyor. Siz bilmez misiniz ki Allah: “Kimse kimsenin günahını yüklenmez.” (Necm38) buyuruyor.”
Kıssanın bu şekliyle anlıyoruz ki Aişe (rah.) sünneti sünnete arz etmiştir. Yani ravinin eksik olarak ezberlediği rivayeti Aişe (rah.) tam olarak rivayet ediyor.
Sonuç olarak burada Kuran'a arz yoktur, diyebiliriz.
3. Kıssa
'Ebu Hureyre (ra) diyor ki, Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: 'Veled-i zina üç şerliden bir tanesidir.' Bunun üzerine Aişe (rha) diyor ki; 'Allah (ac): 'Kimse kimsenin günahını yüklenmez.' (Necm, 38) buyuruyor.'
Demişler ki; 'Ebu Hureyre (ra) bir hadis rivayet etti. Aişe (rha) bu hadisi Kur'an'a uymadığından dolayı kabul etmedi.
Cevap
Bu kıssayı eksik ve yanlış aktarmışlardır. Kıssanın aslı şöyledir:
Aişe (rha) diyor ki: "Allah (ac) Ebu Hureyre'ye rahmet etsin. Bir münafık vardı ve bu münafık Rasulullah'a (sav) çokça eziyet ediyordu. Rasulullah (sav) de dedi ki: 'Kim bunun şerrinden beni kurtaracak?' Sahabeden biri dedi ki; 'Ey Allah'ın Rasulü! Zaten o veled-i zinadır, üç şerliden biridir.'
Bunun üzerine Rasulullah (sav) dedi ki; ' Sen böyle diyorsun ama Allah (ac); 'Kimse kimsenin günahını yüklenmez.' buyurmuyor mu? ' dedi."
Sonuç olarak diyebiliriz ki, kıssa bu şekilde açıklandığında anlaşılıyor ki burada sünnetin Kur'an'a arzı yoktur. Burada sünnete bir arz vardır.
Arzcıların dilinden düşürmediği "ölçütün Kur'an olması gerektiğini" söyleyip bazı hadisleri savunması da ayrı bir komedi! İşte biri;
"Size benden bir hadis ulaşırsa, onu Allah'ın kitabına (Kuran'a) arzediniz. Eğer Allah'ın kitabına uygun düşerse onu ben söylemişimdir(onu alınız). Eğer Allah'ın kitabı ile çelişirse onu ben söylememişimdir." [*4]
İyi de arkadaşım bu hadisin Peygamberimize ait olduğuna dair bir delilin var mı?
Bak şimdi, Hanefi ve bazı Maliki mensupları tarafından sahih kabul edilen bu hadisi hadisçiler kabul etmez. Çünkü Şafii, Zehebi, Sağani ve Yahya bin Main bu hadisin uydurma olduğunu, zındıkların ve haricilerin uydurduğunu söylemiştir. Ayrıca, onlara göre "resul size neyi verirse alın, sizi neden nehyettiyse ondan kaçının" ayeti gereği Peygamber'in herhangi bir endişeyle böyle bir açıklama yapması düşünülemez. Bu ayete ilişkin yanlış düşünceyi de ileride açıklıyacağım.
Yukarıdaki tespitlerden sonra hadisçilerin gelmek istediği nokta şudur: Her ne kadar Kur'an, "biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık."(Maide/38) ve "her şeyi açıklayıcı bir kitap indirdik"(Nahl/89) dese de insan davranışları ve metafizik ile ilgili detaylı bilgi vermemiştir. Yani hiç bir bilgi türünü eksik bırakmamak gibi bir gaye edinmemiştir. İslam denilince sadece Kur'an değil, fakat onunla beraber Hz. Peygamber'in tüm hayatı da anlaşılmaktadır. Çünkü Kur'an yenilmesi haram kılınan şeyleri sınırlamasına rağmen (Maide/145), ehli eşşek ve yırtıcı (hayvan) etinin yenmesini Hz.Peygamber haram kılmıştır. Zahiren Kur'an ile çelişkili görünen bu hadisi inkar etmek yerine ayetle cem'etmek(birleştirmek), çatışmaya hükmetmekten daha uygundur. [*5] Bu vahim açıklamayı savunanların içine düştüğü yanılgıları ortaya koymadan önce arz metoduyla ilgili bir kaç kelam daha edeyim.
Bazı hadis uydurukçuları, uydurdukları hadisleri gelişigüzel yapmıyordu. Öyle ki İslam'ın temel ilkelerini, Kuran'ı, hadis tarihini ve isnadlarını çok iyi biliyorlardı. Daha açık söylemek gerekirse, ürettikleri hadislerin önemli bir kısmı Kuran'la çatışacak unsurları içermiyordu. Bunu yapmalarının sebebi kötülüklerden uzaklaştırma ve iyiliğe yöneltme niyetiydi. Örneğin: "İlim Çin'de bile olsa alınız. İlim talebi her müslümana farzdır."[*6] hadisi her ne kadar Kuran'a ters düşmese bile, başka bir deyişle, Kuran'a uygun olsa da uydurma kabul edilmiştir. Hatta Muhammed bin Said el-Ürdüni şöyle bir itirafta bulunmuştur: "Güzel bir söze rastladığımızda Peygambere izafe etmekte sakınca görmezdik." [*7] Görüldüğü gibi Peygamber'e ait olmayan sözleri ona aitmiş gibi göstermekten çekinmemişlerdir.
"Uydurma hadisleri ben de kabul etmem. Ancak sahih kabul edilen hadisleri kaale almakta bir sakınca görmüyorum." diyen arkadaşlara Sahih hadisin metni ve isnadıyla birlikte bir örnek vericem. Sonra "Kutsi Hadis" diye önümüze koyulan ifadelerin nereden geldiğini öğrenmeye çalışcaz.
Bir adam Peygambere “Benim eşim (Kendisine uzanan) zinakar (adamlar)ın elini geri çevirmiyor” dedi. Bunun üzerine Resullah O’na “Onu boşa” buyurdu. Adam bu seferde “Nefsimin O’nun peşinden gitmesinden korkuyorum” dedi. Resullah “öyleyse ondan faydalan” buyurdu.[*8]
Şimdi,Hadisi rivayet eden raviler ve bu ravilerin rivayetlerine güvenileceğini açıklayan alimleri görelim:
Abdullah İbni Abbas: SAHABE OLDUĞUNDAN ELEŞTİRİLEMEZ...
İkrime: Buhari “hadisleri hüccettir” demiştir. Ve Buhari’de rivayetleri var…
Ammara(?) b. Ebi Hafsa: Buhari “hadis alınır” demiştir…. Ebu Zur’a ve Nesei “Sika” demiş
Hüseyin b. Vahid: Buhari ve İbn-i Main “sika” “hadisi alınır” demişler… Ahmet İbn-i Hanbel ve İbn-i Sa’d “ondan hadis alınır” demişler…
Ebu Fadl b. Musa: Buhari ve Müslim’e göre, doğruluğunda ittifak edilmiştir. Yahya b. Main, Buhari ve İbn-i Sa’d “Sika” demişler Veki ve Ebu Hatim “Saduk” “Salih” demişler… İbn-i Mübarek, O’nu övmüştür….
Hüseyin b. Haris Mervezi: Buhari ve Müslim bu kişiden hadis alınacağında ittifak etmişler… Nevevi ve İbni Hibban “sika” demişler…
Ebu Davud:
Şimdi de bu rivayetin kesinlikle uydurma olamayacağını açıklayan alimleri görelim:
Bu rivayeti Ebu Davud, Nesei ve Beyhaki rivayet
etmişler….
Şafi, Abdurrezzak ,İbn-i Sa’d bu rivayeti mürsel
olarak rivayet etmişler...
İbn-i Hacer bu rivayetin şahit ve mutabileri var
demiş…..
Suyuti bu rivayetin şahitlerini kitabında tek tek
sıralamış…
İbn-i Cevzi bu hadise uydurma demişse de
yanılmıştır…Alimler bu hadise mevzu diyenin sözüne itibar edilmez demişler….
İbn-i Hacer, bu rivayet “hasen-sahih” demiş
ve bu hadise “mevzu” denilemeyeceğini belirtmiştir…
TC de İlahiyat fakültesinde 2 doçentin (C. A…E.Y) gözetiminde yapılan Yüksek doktora tezinde (D. T) bu hadisin uydurma olamayacağı açıklanmıştır.
Eski ve yeni alimlerin bu yüz kızartıcı sözleri, sırf ravileri ve isnadı sağlamdır diye Allah'ın Peygamberine nasıl yakıştırdıklarını görüyor musun? Bi' de şaşalı cümleler kurarak "hacı, ortada büyük bir hadis ilmi var." demelerinin ne anlamı var? Şimdi bana "tek bir örnekle hadisleri çürütmeye mi çalışıyorsun?" deme azizim. Buyur araştır, daha ne örnekler var!
Neymiş efendim sahabeler hadislere önem vermiş, Kuran'ı öğrettikleri gibi hadisleri de öğretmiş. İyi de canımın içi, bu önem verilen hadislerin korunduğuna neden bu kadar eminsin, neden?
Neymiş, hadisin sahihliğini inceleyen, nasıl ayırt edildiğini çok ciddi(! şekilde ortaya koyan ilimler varmış. Hadisleri bilmeden hadisleri eleştirmek yanlışmış. E peki hararetle savunduğun hadislerin, araştırmalar sonucu fos çıkmasına ne demeli? Sırf ahkam keserek neyin savunmasını yapıyorsun?
"Yok müdür, yanlış düşünüyorsun sen! hadisler dini değer taşır, ayıklanmış olanlara itibar ederim." diyorsan buyur, madem değerli buluyorsun araştır tüm ayıklanmış olanları. Ancak zaman kaybından başka bişey yapmayacaksın. Zaman kısıtlıyken en mantıklı olanını yapmalısın. İktisatçı gibi davranıp doğru olana, sadece Kuran'a yönelmelisin.
TC de İlahiyat fakültesinde 2 doçentin (C. A…E.Y) gözetiminde yapılan Yüksek doktora tezinde (D. T) bu hadisin uydurma olamayacağı açıklanmıştır.
Eski ve yeni alimlerin bu yüz kızartıcı sözleri, sırf ravileri ve isnadı sağlamdır diye Allah'ın Peygamberine nasıl yakıştırdıklarını görüyor musun? Bi' de şaşalı cümleler kurarak "hacı, ortada büyük bir hadis ilmi var." demelerinin ne anlamı var? Şimdi bana "tek bir örnekle hadisleri çürütmeye mi çalışıyorsun?" deme azizim. Buyur araştır, daha ne örnekler var!
Neymiş efendim sahabeler hadislere önem vermiş, Kuran'ı öğrettikleri gibi hadisleri de öğretmiş. İyi de canımın içi, bu önem verilen hadislerin korunduğuna neden bu kadar eminsin, neden?
Neymiş, hadisin sahihliğini inceleyen, nasıl ayırt edildiğini çok ciddi(! şekilde ortaya koyan ilimler varmış. Hadisleri bilmeden hadisleri eleştirmek yanlışmış. E peki hararetle savunduğun hadislerin, araştırmalar sonucu fos çıkmasına ne demeli? Sırf ahkam keserek neyin savunmasını yapıyorsun?
"Yok müdür, yanlış düşünüyorsun sen! hadisler dini değer taşır, ayıklanmış olanlara itibar ederim." diyorsan buyur, madem değerli buluyorsun araştır tüm ayıklanmış olanları. Ancak zaman kaybından başka bişey yapmayacaksın. Zaman kısıtlıyken en mantıklı olanını yapmalısın. İktisatçı gibi davranıp doğru olana, sadece Kuran'a yönelmelisin.
"Allah teâla şöyle buyuruyor: Ey insanoğlu! Bir kendine, bir de
bütün yarattıklarıma bir bak. Eğer kendinden daha üstün birini bulursan,
iyiliği ona yap.Yoksa tevbe ederek ve sâlih amel işleyerek kendine
iyilik yap. Nefsin kendine göre aziz olunca, günahlarla onu kötüleme ve
cehennem azabına onu hazırlama.
Ey iman edenler! Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve bir de sizinle
sözleşme yaptığı mîsâkını hatırlayın. Hani siz, "işittik ve itaat ettik"
demiştiniz.Şu günler gelip çatmadan önce Allah'tan korkun: kıyamet
gününden önce, Aldanma gününden önce, azap gününden önce, miktarı
ellibin yıl olan bir günden önce, İnsanların konuşamayacağı günden önce,
ma'zaret dilemek için insanların izin alamadıkları günden önce, felaket
gününden önce, kıyametin korkunç sesinden önce, çirkin yüzlü ve çatık
suratlı bir günün dehşetinden önce, hiç kimsenin hiçbir kimseye bir
şeyle sahip olamadığı ve işlerin ancak Allah'a ait olduğu günden önce,
kasıp kavurucu günden önce, zelzele gününden önce, yine dağların düşüşü
dehşetinden, ibret örneği uzun bir azaptan, azabın çabuklaştırılmasından
ve dehşetinden çocukların ihtiyarlayacağı bir günün vuku bulmasından
dolayı Allah'tan korkun. İşittik deyip de söz kabul etmeyen kimseler
gibi olmayın."
Eğer iyi bir Kuran okuyucucuysan (çok uçucu oldu be) bazı Kur'an ayetlerinin parça parça edilmesi ve bu parçalardan bazılarının tekrar bir araya getirilmesiyle oluştuğunu fark edeceksin. Peki bu ayet parçaları hangisi? Maide; 7 Mümin; 3,18 Teğâbün; 9 Mearic; 4 Mürselât; 35-38 Naziat; 34 Abese; 33 Kaf; 42 İnsan; 10 İnfitar; 13-19 Şems; 14 Tur; 10 Secde; 21 Müzzemmil; 17-18 Enfal; 21 Hakka suresi ve Zilzal suresi.
İlk bakışta, farklı ayetlerin kombinasyonuyla oluşan bu sözlerin güzel bir amaca hizmet ettiğini düşünebilirsin. Ancak çok tehlikel bir yönü de var."Süleymanın meselleri"ne yada "Zeburdaki mezmurlar"a benzetilmeye çalışılan bu aşure çorbası, Peygamberin Kur'an'a benzer sözlerin indirildiğini kanıtlamak için ortaya atılmış, İslam'ı yozlaştırmaya yönelik bir çalışmadır.
Buraya
kadar Arz metoduyla ilgili genel durumu belirttik. Peki bizim hadislere
yaklaşımımız nasıl olmalı? Kur'an ayetleri ne söylüyor? Eğer iyi bir Kuran okuyucucuysan (çok uçucu oldu be) bazı Kur'an ayetlerinin parça parça edilmesi ve bu parçalardan bazılarının tekrar bir araya getirilmesiyle oluştuğunu fark edeceksin. Peki bu ayet parçaları hangisi? Maide; 7 Mümin; 3,18 Teğâbün; 9 Mearic; 4 Mürselât; 35-38 Naziat; 34 Abese; 33 Kaf; 42 İnsan; 10 İnfitar; 13-19 Şems; 14 Tur; 10 Secde; 21 Müzzemmil; 17-18 Enfal; 21 Hakka suresi ve Zilzal suresi.
İlk bakışta, farklı ayetlerin kombinasyonuyla oluşan bu sözlerin güzel bir amaca hizmet ettiğini düşünebilirsin. Ancak çok tehlikel bir yönü de var."Süleymanın meselleri"ne yada "Zeburdaki mezmurlar"a benzetilmeye çalışılan bu aşure çorbası, Peygamberin Kur'an'a benzer sözlerin indirildiğini kanıtlamak için ortaya atılmış, İslam'ı yozlaştırmaya yönelik bir çalışmadır.
İNCELENMESİ GEREKEN AYETLER
1. Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, biz sana gerçeği ve en güzel yorumu (ahsena tefsir) getirmiş olmayalım. Furkan, 33
Yaklaşık 1000 yıllık bir İslam geleneğinin anlayışı nüfuz etmiş bedenlere. Bu anlayış tarzı dine güzellik ve titizlik getireyim derken farkında olmadan zorluk getirmiş, İslam'ı kolaylık dini olmaktan uzaklaştırmaya çalışmıştır. Öyle ki apaçık olan ayetlerin bile doğru anlaşılmasını önlemiştir.
Yukarda verdiğim ayet Kur'an dışı hiçbir kaynağa ihtiyaç duyulmayacağına yeterli bir delildir aslında. Ayette geçen تَفْسِيرًا -tefsiren sözcüğü, "anlaşılmamış, kapalı bir konuyu veya meseleyi anlaşılır hale getirmek" demektir. "Bunu da en iyi yapan Benim" diyor Allah. Zaten "anlaşılmamış" olan şeyi Allah'tan başkası "anlaşılır" hale getiremez. Fakat buna rağmen bir çok tefsir kitapları basılmış ve ne yazık ki çoğu Kuran'ın evrensellliğine gölge düşürmüştür. For example:
2. ...Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez. Fatır, 14
Al sana Kuran'ın yeterli olacağına dair başka bir ayet.Ancak sana rivayet usulüyle gerçeği haber verdiklerini ispatlamak için "ciddi!" çalışmalarını önüne koyarlar. Neymiş bunlar bakalım: "Bir hadisin sahih olabilmesi için şunları yapıyoruz,
- Raviler adil olacak (müslüman, akıllı, buluğa ermiş olması)
- Raviler zabıt olacak (hıfz kabiliyetine sahip ve nakilde iyi olması, sika [adalet ve zabt yönünden kusursuz olması] )
- Senedi kesintisiz olacak (Senedinde kopukluk olmaması)
- Hadisin şaz olmaması (güvenilir bir rivayetle çelişmemesi)
- Hadisin illetli olmaması (senedde sorun görülmeyen, sıhhatinde gizli kusur bulunması)
Ancak onlar istediği kadar çaba harcasalar da Allah gibi gerçeği haber veremezler. Seni Kuran'dan uzaklaştırmak için önce kendi hocalarının kitaplarıyla gözlerini renkten renge boyarlar. O renkli gözlerle Kuran'a baktığında netlik gider, Kuran'ı olduğundan farklı anlarsın.
3. De ki...Yalnız bana vahyedilene uyarım... Enam, 50
Peygamberimiz bir çok ayette yalnızca Kuran'a uyduğunu söylemiştir. Ancak hiç bir ayette Peygamberimiz "Ben yalnızca Kuran'a uyuyorum, fakat benden sonra gelenler Kuran'a ve rivayetlerime uysun." dememiştir. Peki neden? İlerde bunu da açıklıcam.
Dikkat edilirse yukardaki ayette "Ey elçi! yalnızca Kuran'a uy" denmiyor, aksine bu ifade kendisine söyletiliyor. Ravilerin değil, Kuran'ın haber verdiği bu hadisi, hadisçi kardeşlerim dikkate alıyor mu dersin?
4. Bilmediğin şeyin ardına düşme! isra, 36
Hadislerin kesinlikle Peygamberimize ait olup olmadığını bilemiyoruz. O zaman ardından koşmanın anlamı yok. Peki din adına neyi biliyoruz:
De ki: “Rabbim, sadece iğrençlikleri; onun açık ve gizli olanını, günahları, haksız yere başkaldırmayı, haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram etmiştir.” Araf, 33
Allah'ın delil olarak indirdiği tek şey Kuran'dır. Delil indirmediği şeylere meyletmemiz yalnızca bizi şirke götürür.
5. Elçi de: “Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’ân'ı mehcur/ terk edilmiş bir şey edindiler” dedi. Furkan, 30
Peygamberimiz terk edilmesinden şikayetçi olacağı şey hadisler değil, Kuran'dır. Ayette geçmiş zaman eki olarak kullanılan "dedi" ifadesi, böyle bir olayın gerçekleşeceğini kesin olarak bildirmiştir. Hakikaten toplumumuz Kuran'dan uzaklaşmış, atalarının önüne koyduğu dini "İslam" olarak algılamış ve kabul etmiştir. Tuhaftır ki, geriye gittiğimizde Furkan süresinin 18. ayetinde de bunun tefsiri yapılmıştır:
Derler ki: "Tespih ederiz seni; seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmazdı. Ama sen onları ve atalarını öylesine nimetlendirdin ki, zikiri/Kur'an'ı unuttular ve helâke giden bir topluluk oldular." Furkan, 18
6. Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir. İsra, 9
Oysa hocaların boş ağızlarına ehemmiyet verirsen, yalnızca Kuran'a sarılanların sapıklığa düştüğünü söylerler.
7. Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. Hacc, 46
Görüldüğü gibi kulaklar işitmek için, kalpler akledebilmek için vardır. Dolayısıyla dine öncelikle akıl ve mantıkla bakmak, kalbi bu yörüngede çalıştırmak gerekiyor. Kalbini duygusal tribe sokarak, "abi hadisler lazım yaa! hadisler olmasa tuvalete hangi ayakla gireceğiz :(((" sorusuyla gülünç duruma düşersin.
8. Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. Enfal, 46
"Allah ve Rasul'üne itaat" deyince neden hemen hadis ve sünnet anlaşılıyor aga? "Yalnızca Allah'a itaat edin" deseydi, kimse Resul'ün Kuran ile verdiği hükümleri ka'le alır mıydı? Zaten Rasul'e aldırış etmeyen, bir zaman sonra Kitab'ı Muhammed'in yazdığını düşünür. "Ben yalnızca Allah'a inanıyorum" deyip deizme açık kapı bırakır. Zira Kehf süresinin 34-38 ayetlerinde böyle bir çarpık anlayıştan bahsedilir.
Peygamber döneminde yaşadığını düşün. İnsanların Allah'ın sözüne tanıklık etmeleri için Resul'e uyması gerekmez miydi? "Peygamber'e sesinizi yükseltmeyin" (Hucurat,2) ayetinde olduğu gibi...
9. Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O'ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O'ndan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz O'na siper de olamazdınız.” Hakka 44-47
Görüldüğü gibi burada açık bir tehdit vardır. Dolayısıyla Peygamber'in din adına Kuran dışı söylemlerinin olduğu kabul edilemez. Varsa bile o sadece bir rivayettir, söylentidir, dedikodudur...
10. Kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir musibet gelip de, “Ey Rabbimiz! Bize bir Peygamber gönderseydin de âyetlerine uysaydık ve mü’minlerden olsaydık” diyecek olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik." Kasas,47
Peygamber'in geliş amacını Kuran’a göre anlamayanlar “Siz peygamberi devre dışı
bırakıyorsunuz. O zaman dağlar taşlar konuşsaydı. Yada gökten melekler inseydi. Veyahut
Kuran’a bir ağız verilseydi de “Beyler Kuran’a uyun, uzatmayın!” mı deseydi?" derler. Ancak, hem yukarda verdiğim, hem de şimdi vereceğim ayet bunun nedenini çok iyi açıklıyor:
“Daha önceki toplumlara olduğu gibi seni de bu topluma gönderdik ki sana vahyettiğimizi onlara okuyasın, halbuki onlar Rahman'a nankörlük ediyorlar. De ki: 'O'dur benim Rabbim; O'ndan başka tanrı yoktur. O'na güvendim; dönüş O'nadır.'” Rad, 30
11. Şimdi şu ayete bak “Ayetlerimiz onlara açık seçik parçalar halinde okunduğu zaman, bize ulaşmayı ummayanlar şöyle dediler: "Bundan başka bir Kur'an getir yahut bunu değiştir." De ki: "Onu kendiliğimden değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkuya düşerim." Yunus, 15
Eğer sana bu Kur'an yetmiyorsa, “+” olarak sarıldıkların(hadis,mezhep,içtihat,fıkıh) varsa, bundan başka bir “Kur'an”a sarılmış olmuyor musun? Oysa sana "sadece vahyolunana sarıl" deniyor.
12. Rahman'ın kulları olan melekleri, dişiler saydılar. Onların yaratılışına tanık mıydılar? Tanıklıkları yazılacak ve sorguya çekilecekler. Zühruf, 19
Şimdi soruyorum sizlere hadisçi kardeşlerim, Buhari'den ve Müslim'den gelen rivayetlerin gerçekten Peygamberimize ait olduğuna, O'nun söylediğine tanık mıydınız?
"Evet, biz Allah'a inanır gibi bu hadis-sünnet haberlerini getirenlere inandık" diyorsanız, tanıklıklarınız yazılacak ve sorguya çekileceksin. Dur daha bitmedi:
“Bir de dediler ki: "Rahman dileseydi, onlara tapınmazdık." Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Sadece saçmalıyorlar.” Zuhruf,20
yine soruyorum, gelen haberlere uymamızı söyleyen bir deliliniz var mıydı? "İşte Kuran'daki hikmet sözcüğü günümüzdeki hadis ve sünnetlerdir" diyerek kendi dinine malzeme çıkarıp saçmalayacak mısın? Daha bitirmedim, gel buraya....
“Yoksa onlara bundan önce bir kitap verdik de ona mı yapışmaktadırlar?” Zuhruf,21
yine soruyorum: Size Kuran’la beraber bir kitap verildi de ona mı sarılıyorsunuz? Hayır hayır, sizin ne söyleyeceğiniz, neyi ima edeceğinizi Allah bildiriyor, iyi dinle!
"Biz atalarımızı bir ümmet/bir din üzerinde bulduk; onların eserlerini izleyerek biz de doğruya ve güzele varacağız." Zuhruf, 22
Durumunuz bundan ibaret:
“İşte böyle! Senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek oranın servetle şımarmış kodamanları mutlaka şöyle demişlerdir: "Biz atalarımızı bir ümmet/bir din üzerinde bulduk; onların eserlerine uyarak yol alacağız." Zuhruf, 23
Yalnızca indirilenlere iman eden Peygamberler gibi ben de soruyorum:
"Peki, ben size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha iyi yol göstereni getirmiş olsam da mı?..." Zuhruf, 24
Eğer yalnızca Kuran'ı rehber edinmezseniz, ima edeceğin şey şu olacak:
"....Dediler: "Doğrusu, biz seninle gönderilen şeyi tanımıyoruz." Zuhruf, 24
Evet hadisçi kardeşlerim, gerçekte ya Kuran'ı tanımıyor yada Kuran'la beraber tanıdıklarınızla şirke düşüyor olacaksınız. (Bkz: Araf, 33)
13. Kendilerine Kitap verilenlerden, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Elçisi'nin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseler ile, alçalmış oldukları hâlde cizye verene kadar savaşın. Tevbe,29
Burada, diğer ayetlerle bütünsellik sağlanmadığı sürece Peygamber'in haram-helal kılma yetkisi olduğu anlaşılabilir. Ancak Resul'ün, Kur'an'ın ifade ettikleri dışında (Maide, 49) haram-helal kılma hükmü(yetkisi) (Yusuf, 40) olamayacağı akla getirilirse, hadislere uyulması gerekmediği tekrar anlaşılır. Resul ancak Kuran'ın haram kıldığını haram kılabilir.
Eğer Peygamberimiz'in haram kılma yetkisi olsaydı böyle bir uyarı almazdı:
Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir. (Tahrim,1)
Tevbe,29'da geçen elçi sözcüğünün arapçası "ve resûlu-hu" Tahrim,1'de geçen peygamber sözcüğünün arapçası "en nebiyyu"dur. Bu kavram ayrılıklarının nedeni bilinmezse, alimlerin ve hocaların düştüğü yanlışa düşeriz.
14. (Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye. Nahl, 44
Bu ayetin devamı olan Nahl 64'te de mealler yanlış çevirilmiş, Peygamber'in Kuran'ın açıklayıcısı olduğu izlenimi verilmiştir. Ancak Hud,1 ve Nahl,89'da Kur'an kendisinin açıklayıcı olduğu söyleniyor. Burada bir çelişki yok mu? Evet var ve bu çelişkiyi meydana getiren mealcilerin kendisidir. Aslında altını çizdiğim ayetin arapçası -li tubeyyine'dir. Ancak bu açıklanmamış şeyi açıklamak değil, indirileni ortaya koymak anlamındadır. Yani başka değişle, ortaya koymak veya açık seçik bildirmek anlamına gelir, açıklamak değil. Bunun böyle olduğunu Nahl,43 ve Maide,15 ayetlerine bakarak öğrenebilirsiniz.
15. ...Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlarla müşavere et; işin en güzelini ortaklaşa bulup ortaya çıkar, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et...
İşlerde onlara da danış ifadesi, tabiî ki hakkında ilâhî emir ve açıklama olmayan konulara aittir. Her lafına uyma zorunluluğu olan bir kişi ile neyi tartışabilirsin, neden danışabilirsin?
16. Elçi size ne verdiyse onu alın, sizi neden alıkoyduysa ondan da sakının. Haşr, 7
Bu ayetlere bakarak hadis ve sünnete uyulacağını söylemek nasıl mümkün olabilir? Eğer gerçekten hadislere uymak gerekseydi Allah, "Elçi size neyi yazdırdıysa onu alın, sizi neyden alıkoyduysa (yazdırmadıysa) ondan sakının." diyemez miydi? Her şeyi türlü şekillerde açıklayan Allah, bunu söylemekten aciz miydi? Haşr süresinin önceki ayetlerine bakarsan, ganimetler için bu sözün söylendiği de vurgulanır.
Aslında hadisçi kardeşlerim, bazı ayetleri "hadis ve sünnet"e dayandırarak gerçeği örtbas ediyorlar. Dolayısıyla Yahudilerin düştüğü tuzağa düşüyorlar.
Ağızlarıyla "İnandık," dedikleri halde kalpleriyle inanmayanların inkarcılıktaki gayretleri seni üzmesin. Yahudilerin bir grubu var ki yalana kulak veriyor, seninle hiç karşılaşmamış bir topluluğu dinliyor. Kelimelerin anlamını kaydırıp. "Size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının," diyorlar. Allah birini şaşırtmak isterse Allah'a karşı kimse ona yardım edemez. İşte onlar, Allah'ın kalplerini temizlemeyi dilemediği kişiler. Onlar için dünyada aşağılanma, ve ahirette de büyük bir azap var.Maide, 41
17. Hiçbir ayette “Allah ile beraber benim sözüme uyun” denmiyor. Aksine “Ben ancak bana vahyolunana uyarım, başkasına değil.”(Yunus, 15) deniyor. Yani yalnızca Kuran’a uyarsan otomatikman Elçiye uymuş olursun.
18. Dini meselelerde Hadislere ve alimlerin içtihadına gitmek gerektiğini söyleyen bir hadis var. Şimdi o hadisi görelim, sonra buna benzeyen Kuran ayetine bakalım. Bilirsiniz hadisi, bir gün Muaz Bin Cebel, Yemen’e vali edileceği zaman, peygamberimiz nasıl hükmedeceğini sormuş: "Önce Kuran’a bakarım, orada bulamazsam sünnete bakarım, sünnette de bulamazsam içtihad ederim ve gücümün yettiğini geri koymam.”[*8] demiş. Ayeti verelim:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. Nisa, 59
Görüldüğü gibi iki ana durum var:
1. Allah’a, Resul’üne ve emir sahiplerine itaat edilmesidir.
2. Açıkca bilinmeyen ve ihtilafa götüren tartışmalarda konu hakkında karara varmadan önce Allah’a yani Kuran’a ve Resul’e başvurmayı öğütlüyor. Yani ihtilaf durumlarında son kararı Allah ve Resulü veriyor. Dikkat edilecek diğer husus ise başvurulacak kaynağın sahabeler ve önceki alimlerin görüşü söz konusu edilmemiş olması.
HADİSLERE YAKLAŞIMLARDA MANTIK HATALARI
1. “Hadisler arasında çelişki vardır. Ben mantığa ve Kuran’a uyan hadisleri alırım” mantığı ile sahih hadislere ulaşamazsın. Said el-Ürdün'ün itirafını hatırlayacak olursan, ne kadar da Kuran'a uygun olsa, Peygamberin söylediğine dair bir delil oluşturmayacağını anlayabilirsin. Dinsel olarak alırsan da Allah'ın istemediği (Mürselat,50) bir işe girişmiş olursun.
2. “Hadisler Kur’an ile çelişmiyorsa da alınamaz.” Saçma bir mantık daha! Kuran’la çelişmeyen her sözün hadis olup olmadığını bilemeyiz. Mesela “Kuran var ya Allah’ın kitabıdır he!” Buna hadis dememiz ne kadar mümkün? Kuran'a uygun olması, onun hadis mi değil mi gibi bir bilgiye ulaştıramaz.
3. “Ben hadislerin Kuran'a uyanlarını dikkate alırım, uymayanlarını almam” dersen yukarda belirttiğim gibi gereksiz bir işe girişirsin. Mesela, Kuran'ı detaylı bilmiyorsan farkında olmadan araya uydurma hadislerin girmesine açık kapı bırakırsın. Allah kelamıyla karıştırma ihtimali de söz konusuyken hiç bulaşmamak en iyisidir.
4. “Kuran’ı koruyan Allah hadisleri mi korumayacak?” yaklaşımı da son derece yanlıştır.. Allah isterse korur, ancak böyle bir vaadde bulunmamış. Zaten Kuran'ın yeterli, eksiksiz, tamamlanmış ve ayrıca korunmuş olması bize başka kitaplara yöneltmemek içindir.
5.“Eğer dini anlayışımız yanlışsa ki, milyarlarca Müslümanın yanlış yapacağı şekilde İslam’ın bozulduğuna tasavvur bile edemiyorum.” gibi anlayışlar da yanlıştır. Zaten bu anlayıştaki kafalar yüzünden bu din sorgulanamaz hale geldi. Senin düşündüğün şeyi Hristiyanlar da düşünüyor. Bundan 3 yıl önce Polonyalı bir arkadaşa İslam’ı anlattığımda bana “milyarlarca Hristiyan'ın yanlış yolda olacağını düşünmüyorum” demişti. Bu mantıkla hiçbir zaman doğruya varılamaz.
6. “Kuran’da nasıl namaz kılınacağı belirtilmemiş. Uydurma hadisleri kaale alamam yalnız
namazla ilgili öğretileri içeren hadisleri kaale alırım.” Kuran’da nasıl namaz kılınacağı belirtilir. Ancak biz Kuran’la içli dışlı olmadığımız ve dini hayatımız hadislere göre belirlendiği için bunu göremiyoruz. Kuran’da namaz rekatlarının belirtilmemesi onun eksik veya bir başkasının anlatmasına bırakıldığından değil, bu konuda serbest olduğumuzu gösterir. Detaylı bilgi için:Kuran'da İnanç Konuları
Allah dini konuda hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. Fetva vereceği zaman şöyle açılışlar yapar:
Sana sarhoş edicilerden ve kumardan sorarlar: De ki... (Bakara, 219)
Sana bir de öksüzler hakkında sorarlar: De ki... (Bakara, 220)
Sana aybaşı halini sorarlar: De ki... (Bakara, 222)
Sana ruhtan sorarlar. De ki... (İsra, 85)
Peki namaz gibi son derece önemli bir ibadet için Kuran'da gerekenden fazla ayrıntı neden yoktur? Örneğin şöyle bir ayet koyamaz mıydı Allah:
"Sana namazın nasıl kılınacağından sorarlar: De ki, kabe yönüne dönün ve dimdik ayakta durun. Ellerinizi kulak hizasına getirip tekbir getirin. Sonra ellerinizi göbeğinizde bağlayın. Önce fatiha sonra zammı bir süre okuyun. Ellerinizin içi diz kapaklarınıza gelecek şekilde eğilin. Sonra doğrulun. Bundan sonra alnınız, elleriniz, diz kapaklarınız ve ayak parmak uçlarınız yere değecek şekilde secdeye varın. Başınızı kaldırıp oturun ve tekrar secdeye varın. Tekrar başınızı kaldırıp bir müddet oturun. Bu bir rekattır.
Sonra ayağa kalkıp 1.rekatı tekrarlayın. Ve sonra oturun. Burada birkaç dua okuyun. Başınızı önce sağa çevirip "Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun" deyin. Ve başınızı sola çevirip aynı şeyi tekrarlayın. Ey iman edenler namaz bu kadardır."
7. Kur'an'da Cebrail’in peygambere namazın nasıl kılınacağını öğrettiği belirtmez. Eğer öğretseydi bu şeklin Kuran’da kesinkes bildirilmesi gerekiyordu. Çünkü Allah, Peygamberin vahiy konusunda cimri olmadığını(tekvir,24) söylüyor. Hiç şüphesiz peygamber de bu serbestiyetten yararlanmış ve kendi anlayışına göre namaz kılmıştır, özel bir namaz şekli değil yani. Eğer önümüze konulan namaz şekli Peygamberin kıldığı gibiyse ki ben bunun Kuran'ın ruhuna ters olduğunu düşünmüyorum ve yaparım. "Ancak ben bu namazın dışında Kuran’a uygun farklı bir namaz kılsam dahi Allah kabul etmez" dersem, şirke düşmüş olurum. Zira peygamberi hüküm koyucu olarak görürüm. Yalnız, tek hüküm koyucu Allah’tır.(Yusuf, 40)
Ancak burada "Peygamber, din dışı ne yapmış ki şirk olsun?" sorusu akla gelebilir. Belirtmek istediğim, Peygamber'in yaptığı şey değil, o şeyi dinde bir zorunluluk olarak görürsem şirk olur. Çünkü ister istemez, Peygamberi dinin ortağı yapıyorum. Farkında olmadan şirk koşuyorum. Başka bir örnek verirsek;
Abdest için, "burnuna 3 kere su vermek gereklidir" dersen şirke girersin. Kur'an'da olmayanı Allah adına zorunluluk yaptın çünkü. Ama peygamber böyle yapmış dersen de zanna düşmüş olursun. Temiz olmak maksadıyla bunu yapıyorsan bir sorun teşkil etmez. Yeter ki din adına böyle bir zorunluluk koyma.
8. “Kuran’la çelişki barındırmayan, akla ve mantığa uygun hadisleri dikkate alırsak, orta yolda birleştirirsek ihtilaflar çözülür.” mantığı da yanlıştır. Kuran yeterli olduğuna göre başka
kaynaklarla orta yolu bulmak yeniden ihtilafa sebep olur. Hem dediğin hadislerin hakikati
gösterdiğini nereden bileceğiz?
9. “Kuran’ın hadise ihtiyacı yoktur. Kuran’ı daha iyi anlayıp hayatımıza uygulayabilmek açısından bizim hadislere ihtiyacımız vardır.” mantığı da son derece çürüktür. Zanna düşecek bir durumla karşı karşıya kalmamız söz konusuyken, nasıl oluyor da ihtiyaç meselesi haline getirebiliriz? Bize hakikat gerekiyor. Zira, "zan, hakikat namına hiç birşey ifade etmez." Necm,28
10. “Hadisleri inkar edenler; Peygamber hiç mi konuşmadı, uygulamaları hiç mi aktarılmadı?” Hadisleri inkar etmek, peygamberin hiç konuşmadığı anlamına gelmez. Sadece gelen hadislerin zanna dayalı olduğunu ifade eder. Kur'an zandan kaçınmamızı söyler.
11. “Diş dolgusu yaptırmak abdesti bozar mı?” bu sorunun cevabının Kuran’da olmaması, Kuran’ın eksik yada başkalarının hüküm vereceği durumlar olduğunu göstermez. Bu senin Kuran’ın tam olarak iyi anlamamandan kaynaklanıyor. Eğer diş dolgusu abdesti bozsaydı, muhakkak Kuran bunu açıklardı. Kimseye bırakmazdı. “Patlıcan yemek abdesti bozar mı?” gibi saçma bir sorudur. Aksi durum belirtilmemişse serbesttir.
12. “Tefsir olmadan Kur'an okuyan bin kişi, bin anlam çıkarır.” yada "Kuran'a gidince herkes kendine göre anlayacak ve birleşme olmayacak." gibi korkular da yersizdir. Zira Allah da biliyor ki, Kuran'ı okuyanlar farklı şekilde anlayacak. Ancak bu farklı anlayış şekli, Kuran'ın düşünce zenginliğine ve ilmin gelişmesine en büyük katkıyı sağlaması amacı güder. Eğer Kur'an bizim alim diye adlandırdıklarımızın anlayışına terk edilirse düşünce sınırlandırılır. Belli bir zaman sonra da donuklaşır. Kuran'ın evrensellliğine gölge düşürür.
HADİSLERİN SÖZLÜ VE UYGULAMALI AKTARIM SORUNU
1. Hatırlar mısın, ilkokuldayken öğretmenlerimiz bize kulaktan kulağa oyunu oynatırdı. Bilmeyenler için şöyle anlatayım; Mesela 7-8 kişilik grup, sıra olurdu. Grubun başındaki velet yanındaki arkadaşın kulağına iletmek istediği mesajı fısıldar. (Yanımdaki velet kulağıma yapıştığı için bu bende gıdıklanma hissine neden olurdu.) Her neyse, kulaktan kulağa giden mesaj grubun sonundaki arkadaşın sesli olarak söylemesiyle biterdi. Ancak bu iletim sonucu mesaj yaklaşık %80-90’ı değişime uğrardı. Durum böyleyken Peygamberimizin ölümünden 200 sene sonra kaleme alınan hadislerin değişime uğramadığına nasıl güvenebiliriz?
Sözlü aktarım yoluyla, Kuran'da belirtilmemiş bir hükmün 1-2 saat içinde İnsanlara yayıldığında nasıl dezenfarmasyona uğrayacağını bu şekilde tahmin edebiliriz. Bu iletim şekli hem farklı anlayış ve kavrayıştan hem de farklı anlatım biçiminden dolayı insanlara farklı şekilde ulaşır. Peki Allah kendi kelamını ve herhangi bir hükmünü sonraki nesillere aktarmak için neden rivayet kanalını kullansın? Evrensel olan bir dinin hükümleri, böyle riskli yöntemlerle günümüze doğru şekilde ulaştığını nasıl kabul edebiliriz?
2. Peki ne yapılmalı?
- Peygamberimiz adına rivayet edilmiş bir hüküm Kuran'la paralelse, bu hadise gerek yoktur. Zira aynı hüküm Kuran'da vardır.
- Peygamberimiz adına rivayet edilmiş bir hüküm Kuran'la çelişiyorsa reddedilmelidir. Zira Peygamberimiz Kuran'la çelişen bir hüküm ortaya koyması mümkün değil.
- Eğer bu hükmün Kuran’a paralel veya çeliştiği tespit edilemiyorsa (kabak yemek), ancak dini bir zorunluluk ve yaptırım uyguluyorsa bu hadis kabul edilemez. Zira tek hüküm koyucu Allah'tır. (Yusuf, 40)
- Eğer rivayet edilen hadis hüküm bildirmiyor, sadece tavsiyeler içeriyorsa dikkate almamak gerekir. Zira ne zorunluluk bildiriyor ne de Peygamberimiz'in sözü olduğundan %100 emin değiliz.
“Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.” (İbni Mace, Ahkam, 17/ Muvatta,
Akdiye, 31) hadisini ele alalım. Güzel bir toplumsal mesaj içerdiğini düşünebilirsin. Ancak Kur'an "Hür kişiye karşılık hür,köleye karşılık köle,dişiye karşılık dişi..” (2:178) diyerek kısasta hayat olduğunu (2:179) belirtiyor. Burada bir çelişki olduğu açık. “Ama burada 'intikam duygusuna kapılmayın' mesajı için ciddiye alıyorum” dersen, onca Kur'an ayetlerini göz ardı etmiş olursun.
“Kıyametin koptuğunu görsen de elindeki fidanı dik.” hadisini toplumsal bir mesaj olarak almakta sorun yok, zira verilmeye çalışılan mesaj çok güzel.. Ancak dini kaynak olarak ele alırsan, bunun hadis olduğuna kanıt getiremeyeceğin gibi “Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin, şüphesiz kıyametin kopuş anının sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile kadın taşıdığını bırakır. Ve sen, insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın azabı çok şiddetlidir.” Hacc, 1-2 ayetiyle çelişki bulunduruyor.
Her ne kadar Kuran’a uygun olsa da ka'le alacağın hadisler risk taşıyor. Hele toplum Kuran’a tam hakim olmadığı için onlara böyle bir yaklaşımın verilmesi tehlikelidir.
KURAN'IN KORUNDUĞUNU NASIL KABUL EDEBİLİRİZ?
“Ortada büyük bir hadis ilmi var. Adam yıllarını veriyor bu hadis araştırmalarına. Ama sen bir saniyede hepsini yok ediyorsun.Bu kadar hadisi birden reddetmek ne kadar mantıklı? Hem hadisleri inkar eden adam ayetleri de inkar etmez mi?” Hadisler bozulmuşsa ayetler de bozulmuştur." gibi söylemler de hadisleri koruma çabasından başka birşey değil.
Kuran’ın korunduğuna dair bir sıkıntı yok. Hem Allah’ın böyle bir vaadi Kuran’da bildirmesi
hem de matematiksel mucizesi söz konusudur. Ayrıca öyle edebi kelimeler var ki, türkçe dahil çoğu dillerde mantıklı olmayan palindrom oluşturabiliyor. Karbon testi ile ilk döneme ait
saptanmış Mushaflar eldeki Mushaflarla paralel olmasından korunmuşluğu gözlemleyebiliriz.
YANLIŞ ANLAMALARA AÇIK KAPI BIRAKMAMAK
1.“Hadis diye bir şey yokkk!!” gibi bir iddiada bulunduğum
düşünülmesin. Hadisler vardır ve Peygamberimiz toplumuna açıklanmış olan
Kuran’ı kendi ifadelerini de kullanarak anlatmıştır. Ancak günümüze
kadar gelen hadislerin gerçekte Peygamberimize ait olup olmasığını
kesinlikle bilemeyiz, bu konuda bir delil getiremeyiz.
2. Kuran’dan
öğrendiğimize göre Peygamberimiz Kuran eksenli bir hayat yaşamıştır.
Onun dışına asla ve asla çıkmamıştır. Dini zedeleyecek hataları
olmuşsa da Allah kendisini uyarmıştır. (Bkz:Tahrim,1 / Abese,1-4)
3. Senin
amacın Peygamberin nasıl yaşadığına dair tarihsel bilgi edinmek
olabilir. Ancak Peygamberimizin ahlakı, uygulamaları ve hükümleriyle
ilgili edindiğin bilgiler Kuran'la paralellik sağlamıyorsa, "yanlış"
olarak kabul etmek yerine "bunda da bir hikmet vardır" deyip yanlışı
devam ettirme hastalığına düşebilirsin. Zira birçok âlim ve râvi böyle
yapmıştır.
4. Mekke döneminde yaşasaydık,
Peygamberin ahlakını, olaylar karşısında nasıl davrandığını, nasıl
tepkiler verdiğini elbette örnek alacaktık. Ancak şu an akıllıca olanı,
Peygamberin Kuran'daki "sözlerini ve inkarcılara karşı tutumunu" örnek
almaktır. Kur'an kadar gerçek olmayan rivayetler üzerine dinini inşa
eden kurtuluşa eremez. "İbrahim'de sizin için örnekler vardır."
(Mümtehine,4) ayeti sizi en güvenilir kaynağa (Kuran'a) muhtaç ediyorsa, "Peygamber'de sizin için örnekler vardır" ayeti de aynı amacı götürmektedir. İbrahim'in ahlakını ve yaşayışını öğrenmek için Kuzey
Suriye'deki arkeolojik kazılara başlayıp milattan önceki bilgilere
ulaşman istenmiyor senden. Aynı şekilde Peygamberin ahlakını öğrenmek
için de Kur'an yeter sana.
5. Biliyorum, ısrarla şu
soruyu soruyorsun: "Peygamber’in mesajını, Kuran’ı nasıl anladığını ve
uyguladığını bilmek istiyorum. Neden onu sadece 'tebliğ' göreviyle
sınırlandırıyorsun?" Oysa ben böyle bir amaç içinde değilim. Yalnızca
vahyedilen Kitab'ın söylediğini söylüyorum;
Şu halde elçilere düşen apaçık bir tebliğden başkası mı? Nahl, 35
6. Kuran’ın
kolayca anlaşılır olması ve günümüze ulaşan hadislerin(zanna dayalı
olduğu için) dinin kaynağı olmaması "O halde Allah İslam’ı peygambersiz
gönderseydi!" tepkisini doğuruyor. Oysa Allah’ın peygamberleri gönderme
sebebi, insanları uyarmak ve mazeretlere fırsat vermemektir. Nedir o
mazeret?
“Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr'un yanında da değildin. Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik.” Kasas, 46
“Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr'un yanında da değildin. Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik.” Kasas, 46
Devamı: Arz Metodu, Hadisler ve Şeytanın Avukatı Filmi - Part 2
Şeytanın Avukatı Filmi
Düşünün ve Sorun!
Ben Neye Kaşıyım?
Sonuç ve Temenni
Yine çok emek vermişsiniz teşekkür etmeden geçmek istemedim . Allah razı olsun . Konuyla alâkası yok belki ama hz ömerin köle bir kadının başındaki örtüyü çıkarması ile ilgili rivâyet ne kadar doğru acaba, bir bilginiz var mı ? Eğer böyle bir olay gerçekleştiyse başörtüsü konusundaki "olmazsa olmaz " ya da " farz " hükmünde söylemleri nereye koyabiliriz ? Eğer başörtüsü toplumsal statüsü ne olursa olsun tüm inanan kadınlara farz ise ( eğer olay ve rivayet gerçekse tabii ) bu rivayeti nereye koymak lâzım gelir . "Münferit"deyip raşid bir halifenin yaptığı bir uygulamayı görmezden mi gelmek gerekir bilemedim, işin içinden çıkamadım . Help me :)
YanıtlaSilselam adsız, ilgin için sağol paşam...
YanıtlaSilSöylediğin rivayetin doğru olup olmadığını bilemeyiz. Dolayısıyla zan'dır. Zan ise hakikat namına hiçbir şey ifade etmez. (Necm,28)
Bizler, rivayetler ne diyor diye bakmayalım olaya, Kuran ne diyor diye bakalım. Zira yalnızca Kuran'dan sorumluyuz. (Zuhruf,44)
Konuyu daha iyi açıkladığını düşündüğüm için şu linki veriyorum: http://www.kurandakidin.com/2011/10/22-basortusu-ve-kapanma-2/
Cevabınız için çok teşekkür ederim . İzmirden selâm ve dualarımla ...
YanıtlaSilSize benden bir hadis ulaşırsa, onu Allah'ın kitabına (Kuran'a) arzediniz. Eğer Allah'ın kitabına uygun düşerse onu ben söylemişimdir(onu alınız). Eğer Allah'ın kitabı ile çelişirse onu ben söylememişimdir. BU HADİSİN KAYNAĞI NEDİR
YanıtlaSilUstad sadece sunu soylemeliyim ki, o ilmiyle herseyi kusatan rabbim sana'da ilminden ilim nasip etmis. Dusuncelerime tercuman oldun, bir solukta okuyarak diger parcaya geciyorum. Akil sahibi olmak ne guzel sey! Adsiz ustad sordugun sorularin cevaplari yazida mevcut.
YanıtlaSil