15 Haziran 2014 Pazar

Arz Metodu, Hadisler ve Şeytanın Avukatı Filmi - Part 2



Tekrar Selam,

ŞEYTANIN AVUKATI FİLMİ


Yoruldunuz dimi? Tamam bitiricem canlar. Bundan sonrasını daha dikkatli dinlemenizi istiyorum.

Neden bu filmin yazıma konu olduğunu az çok tahmin etmişsindir. Benim de meraktan öteye geçemediğim bazı sorularım vardı zamanında. Mesela biz insanların şeytanla yan yana anılmalarının sebebi neydi? Açıkçası beni ekrana çivileyen şey de buydu; "şeytan" kelimesiyle "avukat" kelimesinin bir arada kullanılması.

Filmin farklı bir çözümlemesini yapmaya çalışcam. Nitekim "Şeytanın Avukatı" jargonu Amerikan hukukunda “ipten alma” anlamına gelirken kardinallerde, "papalığa aday gösterilen kardinalin gerçekte bu işe layık olmadığını araştırmakla görevli başka bir Vatikan kardinali" anlamına geliyor. 

Önce filmin başrolleri hakkında bilgiler edinelim, sonra filmin derinliğine inelim.

The Matrix’in Neo’su olarak daha çok tanıdığımız, hırslı ve gözde kişiliğiyle savunma avukatı rolündeki Kevin Lomax(Keanu Reeves) müvekkillerinin suçları ne kadar ağır olursa olsun aklı ve karizması sayesinde jürileri etkileyerek suçluları beraat ettiren bir yeteneğe sahiptir. Öyle ki, babasız büyümüş bu cengaverin Florida gibi bir kasabada 64-0’lık dava rekoru var. Tabi “hiçbir dava kaybetmeme” başarısı birilerinin dikkatini çekiyor. Ve New York’un ünlü hukuk bürosundan cezbedici bir teklif alıyor. Hemen transferi kabul ediyor kerata. Fakat iş göründüğü gibi değildir. Gelicez oraya. 
 
John Milton karakteriyle şeytanı canlandıran Al Pacino, New York hukuk şirketinin başındaki sıradışı, zeki ve son derece karizmatik kişidir. John Milton ismi nereden geliyor peki, kimdir? Şöyle geriye gidelim anlıcaz.
1608-1674 yılları arasında yaşamış, ünlü eseri Yitik Cennet(Paradise Lost)’te Adem ile Havva’nın tanrının gözünden ve huzurundan düşmesini destansı bir dille anlatırken şeytanın tarafını tutması ve ona karşı sempati duyması ile bilinir. Al Pacino’nun performansına bakılacak olursa, eserde tasvir edilen şeytan tiplemesi gibi canlı, güçlü ve karizmatik olduğu görülür. Filmin etkisinde kalan birkaç denyo sosyal medyada “Şeytan olasım geldi” yorumları atarak bu konuda canlı örnek olmuşlardır. Neyse, filmin sonlarına doğru kitaptan(Paradise Lost) alıntılar yaparak replikte zirveye oynarlar. 

Biraz da Lomax’in eşinden bahsedelim. Marry Ann(Charlize Theron), kasabada küçük yaşlardan itibaren çalışan ve zor şartlar altında büyüyen biri olarak kocasının başarısı ve hızla yükselişinin altındaki gerçekleri bilir ama gelen paraya ve teklife hayır diyemez. Zira o da otomobil finansı ile ilgili ödemeyenlerin peşine düşmek gibi lanet bir işte çalışmaktadır. Marry Ann New York’a yerleştikten sonra tuhaf komşuları ve John Milton’un konuşmaları yüzünden  depresyona girer ve bir süre sonra intihar eder.

Başroldeki ekipler bunlardı. Gerekirse ilerde annesinden, görümcesinden ve eltisinden bahsedicem. 

Daha ilk dakikalarda karşımıza çıkıyor o bilindik tiyatral havasıyla göz boyayan sahne; Duruşma salonları. Belki de 20. yüzyıl gladyatörlerinin arenası burasıdır. Tabi bizim Beyoğlu adliyesinde böyle bir manzara göremezsin.
Şu önde oturan çocuk tecavüzcüsü pedofili matematik öğretmeni, bayan öğrencisine tacizde bulunmuş. Kız, kendisine nasıl tacizde bulunduğunu anlattığı anda öğretmenin tuhaf tavırları Kevin’in dikkatini çeker ve suçlu bir herifi savunduğunu anlar.
 Apar topar hakimden kısa bir ara verilmesini rica eder. Dışarı çıkarlar ve Kevin kendisini savunamayacağını, haksız olduğunu ima eder. Ayaküstü bir süre tartışırlar. 
 
Neyse, sonra lavaboya girer, ardından gazeteci Larry (arkadaşının kılığındaki şeytan)  girer. Kusursuzca sürdürdüğü dava kazanma zaferlerinin bugün son bulacağını söyleyerek Kevin’in kibirini okşar ve gaza getirir; “Kimse hepsini kazanamaz!” Şeytanın banyoda kendisine verdiği bu vesvese sonucu müvekkilini savunma konusunda tereddüt geçirir. Ya etik kurallara uyup duruşmadan çekilecek yada başarılı, dava kaybetmeyen kimliğini korumak için suçluyu beraat ettirecek. Aslında davanın duruşma arasında lavaboda yaşadığı bu hal, hayalden ibarettir. Hayal olmasına rağmen durumdan etkilenir ve müvekkilinin savunmasından çekilir. Peki bu hayal sırasında ne görmüştü ki çekildi? Şimdi hayalde ne gördüğüne bakalım. Bu sahneyi aklında tut, geri döncez çünkü.
Ve Kevin yapacağını yapar, jüriyi etkileyerek haksız bir davayı kazanır. Aslına bakarsan, jüri dediğimiz şey, avukatların sözlerinden etkilenen bir avuç önyargılı insandır.

Dışarıdan baktığında son derece demokratik ve adil diye tanıtılan yargıların ve sonuçlarının ahlak ve adaletten uzak olduğu çoğu kez görülmez. Önemli olan suçlunun cezalandırılması veya suçsuzun aklanması da değil, bunlar ikinci planda. Belki de önemsenmeyen şeyler. Önemli olan avukatın gücü, performansı ve hırsıdır. Kendini inandırıcı kılabilmenin despotça yoludur bu ve genellikle sonuç getirir. Sadece avukatlıkla sınırlandırmak doğru olmaz azizim. Bugünkü liderlerin, başkanların, papazların, hocaların ihtirası, gücü, baskısı ve kibri insanları etkileyebilmiştir. Ne yazık ki çoğunluk bu etkiden dolayı itaat etme potansiyeline dönüşmüştür. Hiç şüphesiz Firavun ve halkı için de aynı psikoloji geçerliydi. Kur'an bu gerçeği bize şöyle bildirir;

Firavun halkını küçümsedi(ezdi); ama onlar yine de kendisine boyun eğdiler. Gerçekten onlar yoldan çıkmış (aldatılmış)bir halk idi. Zuhruf, 54

Firavun ve yandaşlarının baskısından korktuğu için Musa'ya,halkından birkaç kişi inandı.Firavun,yeryüzünde haddi aşan bir tiran idi. Yunus, 83

Andolsun ki Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Yine de onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri hiç de doğru değildi. Hûd,97

20. yüzyıl, para elde etmek için başarıya odaklanmış bencil insanın bu çağdaki trajesidir. Maddiyatın ön planda olduğu devletlere bir bakın, göreceksiniz ki adaletleri bireylerin hırsları uğruna kurban edilmektedir. Başarı hedef olmaktan çıkıp tutku haline dönüşmüştür. Buna köle olan insan, seçimlerinin yanlışını anlasa bile zaafları yüzünden başka bir yanlışa düşmekten kendini kurtaramaz. İşte Kevin, materyalizmin yönlendirdiği güdülerle insani değerleri hiçe sayarak, güç elde etmek için her şeyi göze alan yapısı ile tipik bir Amerikan erkeğidir.
Filme dönelim. Kevin kazandığı bu son davanın ardından gelen teklifi kabul eder. Sonra annesiyle vedalaşmaya gider.
 
Kevin’in paraya, güce ve başarıya tapan kişiliğinin aksine annesi Mrs. Alice Lomax kiliseye bağlı dindar biridir. Florida’daki Gülen cemaati ile birlikte “Tanrı şeytanı eziyor” ilahisiyle iyi ile kötünün ebedi çatışmasına gönderme yapar. (Ciddiye falan almayın, Gülen cemaati değil şaka!) Neyse, annesi kutsal kitaptan alıntılar yaparak New York’u günahlar şehri Babil’e benzetir ancak annesinin uyarısını dikkate almaz.
Kevin’in New York yolculuğu başlar. Ve John Milton’la tanışır.


Milton ve Lomax 'in ilk karşlaşmalarında Kevin'in "nice to meet you" deyişine Milton'un bir karşılık vermemesi dikkat çekicidir.

Mahhattan’a tepeden bakan çatı katındaki havuz tasarımlı  yere çıkarlar. Davaları nasıl kazandığından bahseder.. Ailesinden bahsederken annesiyle ilgili bilgiler verir ve sevdiği bir kilisesi olduğunu söyler. Bu arada John Milton(Şeytan) incilden:
Bilin ki biz sizleri kurtlar arasına kuzu olarak gönderdik.” sözünü söyler. Tabi Kevin buna anlam veremez ve atmosfere boş bir gülümseme bırakır.

John Milton, Kevin'e “Baskılara dayanabilecek misin? Geceleri uyuyayabilecek misin?” gibisinden sorular sorarak bir nevi haksız kişileri de karşına çıkarabilirime getirmiştir lafı. Ancak onun aklı paradadır. Milton “para en basiti” diyerek, kendi oturduğu apartmandaki lüks daireye yerleştirir.
Pedofili öğretmen davası(Gettys Davası)’nı nasıl kazandığını görmüştük. Ardından gelen Moyez davasını da kazanır. Cullen davasını yürütürken (şizofren zannedilen) eşi hastalanır. Bunun üzerine John Milton, eve dönmesini, eşinin yanında olmasını ve bu davayı başkasına da verebileceğini söyler. Ancak Şeytanın(John Milton) tavırları Kevin’i fena halde gazlamıştır. Kevin, önce davayı halletmesi gerektiğini, eşiyle daha sonra ilgileneceğini söyler. Kazanma hırsı eşini bile bir kenara bıraktırır. 

İlk monolog, şirketin yöneticisi Eddie Barzoon hakkında olur. Onu bir şeylerin cisimleşmiş hali olarak düşünebilirsin. John Milton(Şeytan) bu monologda tüm insanlık ile ilgili çok çarpıcı açıklamalar yapar. Dinleyelim:
Eddie Barzoon, Eddie Barzoon... Boşanma davalarında, kokaini bırakırken ve resepsiyonisti hamile bırakırken ben yanındaydım. Tanrının evlatları değil mi? Tanrının özel yaratıkları… Onu uyarmıştım Kevin, onu her attığı adımda uyarmıştım. Onun rüzgarda bir sağa bir sola salınışını izledim. 120 kg’lık kendi kendine hareket eden kurmalı bir oyuncak gibiydi. bir sonraki bin yıl görünmek üzere Kevin. 

Eddie barzoon, ona iyi bak; çünkü o gelecek bin yıl insanın en iyi örneği olacak. Bu insanlar geldikleri yerde bir sır değildirler. Ve sen, insan iştahını öyle bir keskinleştirirsin ki sadece isteyerek maddeyi atomlarına ayırır, Katedral büyüklüğünde egolar geliştirirsin, dünyayı fiberoptik olarak her heveslinin algılayabileceği şekilde birbirine bağlarsın. En sıkıcı düşleri bile dolar yeşili, altın fantezilere bağlarsın. Taa ki her insan arzularının peşinde bir imparator olana dek. Kendi tanrısı olana dek. Peki ondan sonra nereye gidersin? Bir anlaşmadan diğerine koşup dururken bu dünyayı kimse önemsemez. Hava yoğunlaşır, sular kirlenir, arıların balı bile metalik bir radyoaktivite tadı alır. Ve bu her gün ve her an devam eder. Hazırlanmaya vaktin bile yoktur. Geleceği satın alır, geleceği satarsın. Taa ki gelecek kalmayana dek. Yoldan çıkmış bir trendeyiz evlat. Geleceğe doğru koşan sayıları milyarları bulan Eddie Barzoon’lar var. Ve her biri tanrının eski gezegenini biraz daha becerebilmek için hazırlanır. Siberuzayda hesaplarını biraz daha doldurabilmek için temiz sibernetik klavyelerine otururken kendilerini her türlü pislikten arındırmayı unutmazlar. Sonunda gerçek kaçınılmaz olur. Yaptıklarının hesabını vermen gerek Eddie! özgürlüğü satın almak için biraz geç kaldın. Miden fazla dolu, penisin artık aşınmış, gözlerin kan çanağına dönmüş ve birinin sana yardım etmesini bekliyorsun. Ama tahmin et ne oldu? Etrafta hiçkimse yok. artık yapayalnızsın Eddie... Artık yapayalnızsın... Seni tanrının özel küçük yaratığı! Belki bu doğrusur. Belki tanrı arada zarlarını kullanmıştır. Belkide bizi yalnız bıraktı.


John Milton, Eddie Barzoon’u örnek vererek  katedral büyüklüğünde egolar geliştirip dünyanın tüm kaynaklarını yok eden ve bunu umursamayan insanın kendi sonunu kendi eliyle hazırladığını söylüyor. 

Filmden John Milton’un her dili konuştuğunu anlıyoruz. Gündüzleri kanı çekilmiş gibi soluk bir benizle dolaşan bu adam, metrodan başka ulaşım aracı kullanmaz ve yerüstünde pek görünmemeye çalışır.


Gettys davası gibi Cullen davasında da bir ikilem yaşar Kevin. Çocuklarını ve eşini öldürme suçuyla yargılanacak çok ünlü bir işadamının sonradan kendisinin öldürdüğünü öğrenir. Bunu John Milton’la paylaşır. John Milton(Şeytan) “herkes tüm davaları kazanacak diye bir şey yok, sen bilirsin ama baskı önemli bir unsur” tarzı şeyler söyler.  Bu konuşma Kevin'i yine gaza getirir. Cullen davasını da bir şekilde kazanır.

Marry Ann hastaneye düşer. Önceleri vicdanını kolaylıkla bastırabiliyordu. Ancak giderek bu durumdan rahatsız olur. Kolay etki altında kalan ve karar vermekte zorlanan zayıf bir kadındır.  Milton’un sözü üzerine saçını değiştirmesi ve evinin duvar rengine bir türlü karar verememesi bu özelliğini gösteriyor. Kocasını eve bağlamak ve çocuk doğurmak ister. Hamile kalamayacağını anlar ve depresyona girer.
Rahatsız vicdanının ve suçluluk duygularının etkisiyle intihar eder. Bu İntiharın ardından annesi Kevin için endişelenir. Tekrar Florida'ya dönmesini ister. Ardından John Milton’un kendi babası olduğu itirafında bulunur. Başta Kevin inanmaz. Ancak annesi incilden şunu söyler:
Bilin ki biz sizleri kurtlar arasına kuzu olarak gönderdik.”  Tabi Kevin davayı çakar. John Milton’un babası olduğunu anlar.
Peki dindar bir anne John Milton'la beraber olmayı nasıl göze alır? Onu çeken neydi?

Mrs. Alice Lomax: Benimle konuşuyordu. Daha önce kimse benimle konuşmamıştı. 16 yaşındaydım, evden kilometrelerce uzakta, birisi benimle ilgileniyordu. İncil'i biliyordu, kelimesi kelimesine. Ezbere biliyordu.

Burada bir gerçek var azizim. Birileri size Kuran’ı çok iyi bildiğini söyleyebilir. Namaz kılabilir ve Kuran’ı ezberinden okuyabilir. Ancak bu dindar olup olmadığı hakkında net bir bilgi vermez.  Dikkat edilirse John Milton(Şeytan) da incili çok iyi biliyordu, hem de kelimesi kelimesine. 

Kur'an bize, şeytanın "dosdoğru yolun üzerine oturacağını"  bildirmiştir. Zira başka türlü inananların zaaflarını kullanarak sapıttırmaya yeltenemezdi.

Dedi: "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım." Araf,16

O halde din hakkında bilgi verenler, o yol üzerine tezgah kuranlar, alim, şeyh ve hoca diye adlandırdıklarımız da şeytan karakterli insanlar olabilir. Onları hemen tanıyamayız. Kuran'danmış gibi bazı kelimeleri telaffuz ederler. Korkutarak, güldürerek  veya yüzeysel samimiyet göstererek dini anlatırlar, ilgi çekmeye çalışırlar, taa ki zaafınızı bulup kendilerine inandırana dek. Peki o zaman ne yapacağız? Yol basit; yalnızca Allah'a güvenerek Kuran'ı anlamak için çaba göstereceğiz. Başta zorlanacağız. Ancak samimiyetle yaklaşırsak, gittikçe anlaşılır bir kitap olduğunu farkedeceğiz. Değil mi ki ondan sorumluyuz. (Zuhruf, 44)

Filmin sonlarına doğru geldik. Kevin, eşinin intihar etmesinde John Milton’u sorumlu tutar. Tekrar yanına gider. Son monolog burada gerçekleşir.
 Aslında bu film modern dönemin ahlak anlayışını, tanrı olgusunu ve sistemi en iyi şekilde eleştiren film. John Milton’un monologundan bunu anlıcaz. 

- Bir konuda haklıydın. Gözlüyordum. Elimde değildi. Gözlüyordum. Bekliyordum. Nefesimi tutarak. Ama ben kukla oynatıcısı değilim, Kevin. Olayların olmasını ben sağlamam. Öyle olmaz. 
-Özgür irade.Tıpkı kelebek kanatları gibi. Bir kere dokundun mu,bir daha havalanamazlar. Ben yalnızca sahneyi kurarım. İplerinizi siz çekersiniz. 


İnsan, özgür iradeyle yaptığı seçimle birlikte çoğu kez egosunu besler ve kendini kibir günahını işlemeye yöneltebilir. Şeytan "bir kere dokunur" ancak hiçbir zaman yaptırım gücünde bulunamaz;


"...Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın..." İbrahim, 22 

- Asla dava kaybetmedin. Neden? Neden dersin? Çünkü o kadar iyisin ki. Evet. Ama neden? O mahkeme salonunda işler felaket kızışmıştı, değil mi? Oyun planın ne, Kevin?
İyi bir seriydi, Kev. Günün birinde bitmek zorundaydı. Kimse hepsini birden kazanamaz.

+ Nesin sen?
- O kadar çok ismim var ki.
+ Şeytan.
- Sen bana baba de.
+ Mary Ann, o biliyordu. Biliyordu. Biliyordu. Bu yüzden, onu yok ettin.
- Mary Ann için beni mi suçluyorsun? Umarım şaka yapıyorsundur. Mary  Ann'i istediğin  zaman  kurtarabilirdin. Onun bütün istediği aşktı. Hey, sen fazla meşguldün.
+ Yalan bu.
- Kabul et, buraya geldiğin an, onu değiştirmeye başladın.
+ Bu doğru değil.Sen bizim ne yaşadığımızı bilmiyorsun!
- Ben senin tarafındayım.
+ Sen bir yalancısın!
- Sana karınla ilgilenmeni söyledim! Ne dedim ben? "Bütün dünya anlayış gösterir." Öyle demedim mi? Sen ne yaptın? "Beni korkutan ne, biliyor musun John? Davayı bırakırım, o düzelir, ben de bu yüzden ondan nefret ederim." Hatırladın mı?
+ Ne yaptığını biliyorum. Beni oyuna getirdin.
- Sana kim, Gettys hakkındaki herşeyi çarpıt dedi? Bu seçimi kim yaptı?
+ Bu bir tuzak. Beni oyuna getirdin.
- Ve Moyez! O tutturduğun yol! Papalar, hocalar, yılan yetiştiricileri, hepsi aynı kazanda kaynar. Bunlar kimin fikriydi?
+ Benimle oynadın! Bunlar denemeydi! Senin denemelerin!
- Ve Cullen! Suçlu olduğunu bile bile! O resimleri göre göre! Sen ne yaptın? O yalancı fahişeyi tanık sandalyesine çıkardın!
+ Beni faka bastırdın. Beni sen istedin! Ona sen yalan söylettin!
- Ben öyle şeyler yapmam, Kevin! O gün metroda sana ne dedim? Sana söylediklerim neydi? Belki de kaybetme zamanın gelmiştir. Sen o fikirde değildin.
+ Kaybetmek mi? Ben kaybetmem! Kazanırım! Kazanırım! Ben, avukatım! Bu benim mesleğim! Yaptığım iş bu! Ben davamı savundum.
- Delillerin bu kadar. Şüphe yok ki kibir benim en sevdiğim günah! Kevin, bu o kadar doğal bir şey ki. Kendini beğenme, doğadan gelen bir uyuşturucudur. Biliyor musun sorun Mary Ann'e önem vermediğinden değil, Kevin... Sadece bir başkasıyla biraz daha fazla ilgileniyor olmandan. Kendinle.

Kevin, kazanılacak davaların, kaybedilecek ruhların kurbanı olmuştur. Teklif doğrudan ona gelmemişti zaten. Performansı, hırsı, kırılmayan kusursuz zafer zincirleri ile günden güne artan kibiri bu teklifi kapısına kadar getirmişti. Çünkü teklifin diğer hattında “insanlarda en sevdiğim günah kibirdir, ben yetenekli insanları bulurum ve sonra yetkiyi ona veririm” felsefesine sahip, akıllı, dinamik, enerjisi yüksek olan şeytan (John Milton ) vardır. Monologa devam..

- Bak ne diyeceğim; tanrı hakkında içeriden biri olarak bilgi verebilirim. Tanrı izlemeyi sever, oyun oynamayı sever. Bunu bi' düşün. İnsanoğluna verdiği iç güdüleridir. İşte sana verdiği bu sıradışı hediyedir. Peki ya sonra ne yapar? He, ne yapar? Yemin ediyorum kendi eğlencesi için ve kendi özel kozmik çekim hataları için kuralları iki taraflı olarak koyar. Bu belki de en büyük hiledir. 

bak ama sakın dokunma!
dokun ama tadına bakma!
tadına bak ama yutma!

Sen bir o bacağına bir bu bacağına zıplarken o ne yapıyor olur? Orda durur ve lanet olası göbeği çatlayana kadar güler. Tam bir vurdumduymaz, tam bir sadisttir. O, senin hiç görmediğin ev sahibindir. Ona mı tapıcam? Asla!

+ Cennette köle olmaktansa,cehennemde kral olurum. Söylediğin bu mu?

- Neden olmasın? Herşey başladığından beri burada, yeryüzünde her işe burnumu sokuyorum! İnsanoğluna bahşedilen her duyguyu onda yeşerttim! İstediklerini ona sağladım ve onu asla yargılamadım! Neden? Çünkü onu asla reddetmedim.

Bütün kusurlarına karşın! Ben insanoğlunun taraftarıyım! Ben hümanistim. Belki de son hümanist. Aklı başında olan kim 20. yüzyılın tamamen benim eserim olduğunu inkâr edebilir ki?Tamamı, Kevin! Tamamı. Benim eserim. Gücümün zirvesindeyim, Kevin. Bu artık benim zamanım. Bizim zamanımız.

Peki yasaları iki taraflı koyan ve insanı eğlence konusu yapan Tanrı mıdır? Yoksa "ilahi dinleri" siyasi çıkarı ve bilgisizliği yüzünden yozlaştıran, sonra kendi içinde fırkalara ve hiziplere ayıran, bu da yetmezmiş gibi adına "hak mezhep" diyen din adamlarının ve takipçilerinin oluşturduğu mezhepler midir? Evet, kesinlikle öyle. Umarım, mezhepler hakkında vereceğim 12 örnek sizi bu konuda düşündürmeye yeter.

1. Erkek çocuğa İpek giydirebilirsin, haram değildir(Şafii, hanbeli) ama üstüne oturamaz ve yaslanamaz. (Maliki, şafii, hanbeli).

2. Müezzin okuduğu ezandan dolayı ücret alabilir(Maliki, şafii)  
    Hayır alamaz (Hanefi, hanbeli)

3. Terketmek, hapsetmek, aç ve susuz bırakmak suretiyle bir kişiyi öldürmek, kasten öldürmek gibidir. (maliki,şafii,hanbeli) 
    Hayır, değildir.(Hanefi)

4. Müslüman olmayan bir fakire yemek verilmesi caizdir. (Hanefi)

   Hayır, değildir. (maliki,şafii, hanbeli) 

5. Cinsi tecavüzde bulunulan hayvanı öldür, etini yeme! (Hanefi)
Hayır öldürme, etini ye! (Maliki)
Öldür, etini ye! (Şafii)
Sadece öldür! (hanbeli)
(Hayvana cinsi tecavüzde bulunana bir hüküm verilmemiş, ilginç!)

6. El ve yüz  avrettir.(şafii, hanbeli). 
Hayır, değildir. (hanefi, maliki) 

7. Eti yenen hayvanların menisi necistir. (Hanefi, maliki) 
Hayır, değildir. (Şafii, hanbeli)

8. Eti yenen hayvanların sidiği ve artığı necistir. (Hanefi, şafii) 
Hayır, değildir. (maliki, hanbeli)

9. Darul harpde faizli işlem yapılabilir ve faiz alınır. (Hanefi) 

Hayır, yapılamaz ve alınmaz. (maliki, şafii, hanbeli)


10. Bir araziyi gasp edip eken kimse çıkan ürünün sahibidir. (Hanefi, maliki, şafii) 

Hayır, değildir.(Hanbeli)

11. Deve eti yemek ve cenazeyi yıkamak abdesti bozar. (Hanbeli) 
Hayır, bozmaz. (Hanefi, maliki, şafii) 

12. Namazda kahkaha ile gülmek abdesti bozar. (Hanefi)
Hayır, bozmaz. (Maliki, şafii, hanbeli)

(Bir insan neden namazda kahkaha ile gülsün ki!)

Görüldüğü gibi dinde olmayan hükümleri "din"denmiş gibi tartışan, kitaplarında yer veren ve dolayısıyla insanı eğlence konusu yapan mezheplerdir.
  
Fakat onlar, (dînin) emirlerini kendi aralarında kısımlara (fırkalara) ayırarak böldüler. Grupların hepsi, kendilerindeki (kabul ettikleri) ile sevinmektedir.  Müminun, 53

Kuran'da açık açık "hiziplere ve fırkalara bölünmeyin" denmesine rağmen halk neden binlerce yıldır mezheplerin ardına düştü? Kur'an ellerinin altındayken neden bakmadılar, neden sorgulama gereği duymadılar dersin?  Bu insanlara "alimlerin, doğruluğu tartışılamaz kurallar koyduklarını, fıkıh anlayışı geliştirdiklerini ve kabul etmek gerektiğini" kim söyledi? Kim kafalara "Mezhepsizlik dinsizliktir." hükmünü yerleştirdi? Oysa onlar, günümüzün Samiri'leriydi ve kendi inançlarını oluşturabilmek için Kuran'daki Resül'ün sözünden birkaç avuç ayet almışlardı. 

Sâmirî dedi: "Onların görmediklerini gördüm. Resulün izinden bir avuç avuçladım da onu attım. Nefsim bana böylesini hoş gösterdi." Taha, 96
  
Evet, Samiri'ler Kuran'ın boşlukları olduğunu iddia ederek İslam dinini, Peygamberimize isnad edilen söz ve davranışları "hadis ve sünnet" adı altında doldurmaya çalıştılar. Peki bu din Kuran'la tamamlanmamış mıydı?

Kuran'ın açık olmayan ayetleri olduğunu ve bunu yorumlamak gerektiğini millete yutturarak kendi elleriyle yazdıkları "tefsir" kitaplarına yönelttiler.

Durmadılar, değişen şartlara ve yeni koşullara uygun bir hukuk anlayışı ortaya koymak için "fıkıh" ilmini geliştirdiler ancak eskilerin fıkıhlarına göre hareket ederek yeni fıkıh anlayışlarına kapıları kapattılar.

Yanlış anlaşılmasın, fıkhî anlamda ayrışmalar, detay farklılıkları ve değişen dünya koşulları nedeniyle yakın düşünceye sahip insanlarda bile var. Ancak bu bir bölünme ve fırkalaşma  haline getirilmemeliydi. Allah dinini bölmemiştir ve dinini bölenler açıkça şirke düşmüştür. 

...Sakın şirke sapanlardan olmayın; Onlar ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür. (Rum,31-32)

Kuran'ın ve hadislerin gizli anlamlarının olduğunu iddia ettiler, gizli felsefenin şekillendiği bir "tasavvuf" alanı oluşturdular. Ancak burada "hulul mezhebi"ni ve Asya inançlarının öğretilerini dini bir motivle karma hale getirdiler.

Kuran'ı anlamak için Kuran'dan başka kitaplara ve öğretilere ihtiyaç duyanlar, kendi  saçma düşüncelerini peygambere isnad edenler,  "şeytanın mezhebi"ni kurdular. Peki mezheplerini korumak için hangi korkunç hadisleri uydurdular görmek ister misin?

Bu sözlerin hala Peygamberimize ait olduğunu iddia edenler, Kuran'daki Resül'den haberdar olup olmadığını kesinlikle kontrol etmelidirler. İslam'ı nasıl gülünç ve mistik hale getirdiklerini birkaç hadisle görelim mi?
 
 
İnanıyorum ki Kur'an, onun yanında ikinci bir kaynak olarak gösterilen hadislerin yanlışlığını ortaya koyduğumuzda,  daha da anlam ve değer kazanır. Eleştirel bakan ve sorgulayan biriysen, her yanlışın bizi mutlak doğruya götürdüğünü bilirsin. Doğru ve yanlışlar birlikte ele alınmalı ki neye inandığımızı görelim. Peki güzel nasihatler içeren hadisler yok mu? Elbette var. Ancak onlar kötülüğün üzerine serpilen akide şekelerleri gibidir. Aldanmaya açılan kapılardır. 

Şimdi kim, 20. yüzyılın tamamen Şeytanın eseri olduğunu inkâr edebilir ki? Şeytan, gücünün zirvesinde. Artık onun zamanı! Hiç şüphesiz Samiri'lerin, şeytanın bu yükelişinde payı var. Şeytanın avukatı niteliğindeki din anlatıcılarının günümüzdeki tezahürlerini görelim mi? Öncelikle "arz metodu"na karşı olan Dr. Kamil Çakın ifadelerine bakalım.
İnsanlardan bazısı var ki, halkı bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu hafife almak için temelsiz hadislere sarılırlar. Onlar için aşağılayıcı bir azap vardır. Lokman,6
Yemin olsun, biz, bu Kur'an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. Kehf,55

O (Kur'an) sadece vahyolunan bir vahiydir. Necm,4
Böylelerine, Allah'ın indirdiğine uyun dendiğinde şu cevabı verirler: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye(geleneğe) uyarız." Peki, şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı? Lokman,21

Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun," dense, "Hayır, biz atalarımızın izlediği yolu izleriz," derler. Peki, ataları bir şey düşünemeyen ve doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı? Bakara,170
Kendilerine, "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin," denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter!," derler. Ataları, bir şey bilmeyen ve doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı? Maide,104
De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Enam, 57
Kendilerine okunan Kitab'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Şüphesiz ki iman eden bir kavim için bunda rahmet ve öğüt vardır. Ankebut,51

Evet, bu insanlara Kur'an yetmedi. Kuran'ın öne sürdüğü İslam yetmedi. İslam dinini mezhep dinine dönüştürdüler. Mezhepleri de kendi içinde böldüler; itikadi mezhepler, ameli mezhepler, şiiler, sünniler, hanefiler, hanbeliler, daha bilmemneler... Mezhepler de yetmedi bunlara. Ekoller kurdular sonra, tarikatlar, nakşibendiler, kadiriler daha neler neler. Önceki kavimlerden ne farkınız kaldı Allah aşkına? Musa Peygamberin vefatından sonra Tevrat'la yetinemeyen yahudilerin kendi elleriyle yazdıkları talmud, mişna ve gamera kitaplarına sarıldığını gördün. İnsanı eğlence konusu yapan, kadını ikinci sınıf gören, yasaları iki taraflı koyan, dini mitolojik bilgilerle donatan bu kitaplar, sonunda kendi aralarında bölünmeye neden olmadı mı? Ferisilerin, sadukilerin, esenilerin nasıl ortaya çıktığını bilmek zor mu? Gelelim hristiyanlığa... İncil'i tahrif edenler, ihtilaflarından dolayı matta, luka, markos ve yuhanna kitaplarını "dini kitap" edinmediler mi? Bu kitaplar, kendi aralarında ortodoks, katolik, protestanlık ve nice nice mezhepleri ortaya çıkarmadı mı?

Şimdi şu mezhep sahibi olanların "Aga bu kadar kan neden dökülüyor?" demesinin ne anlamı var? Bak bana, ne kadar bölünürsen o kadar çok çatışma çıkar. Ulan bir mezhebiniz var ama bir kez olsun Kuran mealini açıp baştan sona okumamışsınız. "Kuran'ı mealinden okumak tehlikeli" diyorsun ya, anlamadan okuduğun sürece sen tehlikelisin. Toplumun dinine uymakla en büyük tehlikeyi sen oluşturuyorsun.

Söylesene bana, evine aş götürmenin derdine düşmüş adam, hangi hadis kitabınızı okuyacak? Hangi tefsirinizi inceleyecek? Hangi mezhebinizi tam olarak uygulayacak? Neden bu insanları Kuran'dan uzaklaştırıyorsunuz lan? Neden "önce Kur'an değil, önce mezhep kitapları, ilmihaller ve tefsirler" diyorsunuz? Siz Allah mısınız lan? Ne istiyorsunuz bu insanlardan, ne? Neden "yalnızca" Kuran'a uyanları  "sapık" diye etiketliyorsunuz? Rahat bırakın bu insanları rahat! Allah'ın dini diyerek kendi dininize çağırmayın.

Kuran bir hakikattir. "Kolaylaştıracağım ve titizlik getireceğim" maksadıyla bölümlere ayırmayın, sistematize etmeyin, kendi ekollerinize göre organize etmeyin. Şeytanın oyunununa gelirsiniz. Bir kıssa anlatayım size:

Bir gün bir adam caddede yürüyordu ve güzelim gökyüzüne bakmak yerine üzerinde yürüdüğü kaldırımı seyrediyordu. Derken uzakta parlak bişey gördü. Ona doğru hızlı adımlarla yürüdü, eliyle tutup kaldırarak o olağanüstü şeye baktı. Elindeki şey fevkalade güzel olduğu için adamın içini mutluluk kapladı. Ona baktı, sonra cebine koydu. Adamın arkasında iki kişi daha yürüyordu. Birisi diğerine şunu dedi: 

- Onun yerden aldığı şey nedir? Yüzündeki ifadeyi gördün mü? Tam o şeye bakarken nasıl da coşkuya kapıldı.
Yanındaki kişi Şeytan'dı ve şöyle karşılık verdi: 

- Yerden aldığı şey hakikatti. 
Bunun üzerine arkadaşı atıldı: 

- Bu senin için çok kötü bir şey, öyle değil mi?
 Şeytanın yanıtı gecikmedi: 

- Hiç de değil. Hakikati organize etmesine yardım edeceğiz.[*9]

İşte siz hakikati organize ederek yozlaştırmaya çalıştınız. Yozlaştırdığınız kısıma kendi mezhep ve tarikat anlayışınızı yerleştirdiniz. Müminlerin, Allah'ın ayetlerini inceden inceye  düşünmeleri(Muhammed,24) gerekiyordu. Ama neredeyse 1000 yıllık kavim, mezheplerin anladığı şekilde dini anlamaya ve yaşamaya zorlandı. Samimi müslümanları bu şekilde aldattlar. Ve kendinden olmayanları sapık ilan ettiler. Bu dini, kendilerini Allah yolunda olduğunu zannedenler mahvetti.

Filme dönelim tekrar.

+ Neden hukuk? Kes şu saçmalığı, baba! Neden avukatlar?

-
Çünkü Hukuk evlat, herşeye elimizi atmamızı sağlıyor. Bu en etkili geçiş belgesi. Yeni ruhban sınıfı, bebeğim. Şu anda yeryüzünde var olan avukat sayısından fazlasını şu an üniversitede olduğunu  biliyor musun? Dünyaya yayılıyoruz! Ve siz ikiniz, hepimiz, bu dünyada dava üstüne dava, dava üstüne dava aklanacağız. Öyle ki pis kokusu en yükseklere hatta cennete kadar tırmanacak. Oradakiler bu dumanın içinde canları çıkana kadar öksürecek. 


+ İncilde kaybedeceğin yazılı. Biz kaybetmeye mahkûmuz, baba.

- Ancak bir kaynağını düşün, evlat! Üstelik biz kendi kitabımızı yazacağız. Birinci bölüm, burda, bu sunakta. Şu anda.


Adalet kavramı, hakkaniyet ölçüsü doğduğu günden bu yana insan zihninde hep aynı kaldı, hiç değişmedi. Ancak uygulamada, adaletin her zaman doğru için kullanılmadığını görüyoruz.  Dinde de aynı durum sözkonusu. Örneğin "islam" kavramı insan zihninde hep aynı kaldı. Fakat uygun ellerde, belli boşluklarda mevcut kurallardan yararlanılarak "islam"ın içi boşaltıldı, geleneğin anlayışıyla dolduruldu. Emeviler ve Abbasiler, kendinden önce gelen müslümanların uyguladığı Kurani yasaları mutasyona uğratarak kendi çemberi içinde rahat hareket edebileceği bir ortama çevirdiler. Bunu büyük bir ölçüde başarmışlardır.

"Her zümre kendini haklı çıkarmak ve karşıtlarını karalamak maksadıyla hadislerden yararlanma cihetine girmiştir. Bilhassa ilk devirlerde Hz.Ali ve ailesine aşırı sevgi duyan çevreler, yoğun miktarda hadis icat etmişlerdir. Hz.Osman'ın katledilmesiyle başlayan fitne hadiseleri aynı zamanda bilinçli ve sistemli biçimde hadis uydurma faaliyetlerinin de başlangıcı olmuştur. Bu hadisler karşısında Emevi iktidarına yakın olan kimi cahil kimseler, kabile ve soy taasubu içerisinde bulunanlar, dünyaya vce dünya işlerine karşı menfi(olumsuz) tavır takınan uzlet hayatını tercih eden bazı zahidler, halkı iyilik ve hayra, ibadet taata teşvik etmek isteyen iyi niyetli cahil vaziler de hadis üretmişlerdir. İlk hicret arasında bilhassa Müslümanların kanlı savaş ve içli çatışmalarla karşı karşıya kalmaları,  fiten ve melahim denilen kıyamet senaryoları sunan rivayetlerin tedavüle çıkmasına yol açmıştır." [*10]

Bu ortamda nasıl sağlıklı mezhep kurulabilir? Esasen mezhepleri "hak" yapan nedir? Allah tarafından kabul görmesi gerekir öyle değil mi? O halde Kuran'da ne görüyoruz? Tam tersini. Zira ne kadar Allah rızası için yapılıyor olsa da fırkalara bölünmek, bir süre sonra "din" dışı uygulamaların dine girmesine neden olur. Örneğin tarikatlarda da aynı durum söz konusu. Allaha daha yakın olmak amacı ile Allahın emretmediği ibadetleri, Allahın emri gibi yaparak ve Allahın emirlerini kendine göre çoğaltmak kaydıyla yeni ruhban sınıfları oluşturdular. Allah ile kul arasında kendilerine yine Allah tarafından yetki verildiğine inandırarak, bu yetkiye dayanarak standartlar koyarak, bu stadartlara uymak şartıyla Allah'a ulaşılacağını öne sürdüler. Rabıta ve "tövbe alma" gibi ritüellerde bunun tezahürünü görüyoruz. Oysa Allah, "ibadetleri kendinizce çoğaltın" diye bir emir vermedi. Çünkü bu din kolaylık dinidir ve Allah:

Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işleri yükleme. (Bakara-286) diye dua etmemizi emrediyor.

Fakat onlar, tarikat ve mezheplerle yeni bir ruhban sınıfı oluşturdular.

Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır. Hadid,27

Onlar kendi dinini (ruhbanlık,mezhep, tarikat) Resül'den bir parça alarak kurdular. Halkı bu konuda aldattılar. Kurdukları dinlere çağıran kitapları da (talmud, mişna, gamera, matta, markos, luka, yuhanna, buhari, müslim, tirmizi...) çoğalttılar. 

Allah size yahudiler gibi kitap yüklü eşekler olmayın demedi mi? Peki bu nedir olum? Bu nedir canımın içi? Bunlar nee!

Bu kitaplar Kuran'la beraber önem kazandırılmaya çalışıldı. Peki bu kitapların çok tehlikeli olduğunu söylesem ne dersin? Örneğin bu kitaplarda , Grek felsefe ve mantığı, İran düşünce ve mitolojisi, Yahudi hurafeleri, Hristiyan metafizigi ve başka kültürlerin, medeniyetlerin tortuları var. Bunu birçok fıkıh ve tefsir kitaplarında görmek mümkün. Kuran'dan önce bu kitaplara muhatap olmanız öneriliyor.


Sizce şeytan kendi kitabını yazmadı mı?

Filmin sonunda Milton, kendi kardeşi Christabella ile oğlu olan Lomax'ı birleştirip Şeytanın soyunun devamını sağlaması ve dünyayı yönetecek olan hukuk firmasını başına geçirmektir. Ancak lomax onun isteğini yerine getirmez, intiharı tercih eder. 

Film lavabodaki sahneye geri döner. Lomax gördüğü hayalden etkilendiği için davadan çekilir.
Savunmadan çekilmesi, müvekkilini suçlu ve yüzüstü bırakması barodan atılma ihtimalini doğurur. Ancak gazeteci kılığındaki Larry (John Miltpn-Şeytan) ropörtaj yapmak ister. O ise artık barodan atılma ihtimaliyle başbaşa kaldığı için popülerliğinin kalmadığını söyler. Fakat şeytan yine yapacağını yapar. Lomax geleceği görmesine rağmen, şeytanın tekrar kibir yönüyle kandırmasına aldanır.




DÜŞÜNÜN VE SORUN!

Şimdi biraz daha senden düşünmeni isteyeceğim:

1. Dışardan biri gelse "hacı, Kuran'da "biz bu Kitap'ta herşeyi açıkladık" diyor. Peki bu adamlar neden yıllarını hadislere vermiş demez mi?

2. Eğer ben Kuran'ı yalnız başıma anlayamayacaksam, o halde neden hesap günü kendim hesaba çekiliyorum?

3. "Ey insanlar!" diye başlıyorsa ayetler, neden Kur'an herkesin değil de alimlerin anlayabileceği bir kitap olabiliyor?

4. Eğer Kuran'ın anlaşılması zor, başkalarının anlayışlarına ihtiyaç varsa neden "Düşünenler için kolaylaştırdık"(Kamer,17) diyor?

5. "Rabbinizden size indirilene(Kuran'a) uyun"(Araf,3) ayeti varken, neden din adına Kur'an dışı sözlere uyayım?

6. Hadislere uymak gerekliyse, nasıl oluyorda kulaktan dolma bilgilere hakikat gözüyle bakabiliyorsun?

7. Eğer hadisler gerekliyse, hangi konuda Kuran'ı yetersiz görüyorsun? 

8. Eğer Kuran'ı yeterli görüp bazı konularda açıklayıcı olmadığını iddia ediyorsan, kendisini "herşeyin açıklayıcısı"(Nahl,89) demesine ne buyurursun?
9. Hadisleri rivayet edenlere %100 güveniyorsan, din konusunda Allah'tan başkasına güvenmekle delalete düştüğünü düşünmüyor musun?

10. Müslümanları bitmek bilmeyen savaşlara, ihtiraslara, içi boş umutlara iten nedenler uydurma hadislerden kaynaklanan bir dini inancın inşa edilmesi değil miydi? 

11. Peygamberimizin vefatından yaklaşık 200 yıl sonra yazılan hadisler, ihtilafları mı ortadan kaldırdı yoksa müslümanları fırkalara ve mezheplere mi böldü?

12. Şu an Peygamberimiz yaşasaydı "rivayet edilen hadislere uyun!" mu derdi, yoksa "anlamanız için çeşitli örnekler bulunan, detaylandırılmış, eksiksiz, tamamlanmış ve çelişkisiz olan Vahye, yani yalnızca indirilen Kuran'a uyun, onun sözüne kulak verin. Zira ben yalnıza Kuran'a uydum" mu derdi?

13. Madem hadisler gerekliydi, neden Kuran’ın yanında aydınlatıcı hükümler içeren hadisler
(örneğin, namazın nasıl kılınacağı ve recm) o dönemde kitaplaştırılıp Kur’an gibi korunacağı
vaadi ayetlerde belirtilmemiş?


14. Eğer bizden öncekilere yani atalarımıza güvenmek gerekiyorsa, Kur'an boşuna mı "atalarınızı sorgulayın"(Bakara,170) diyor?

15. Resul’e itaat etmek ile günümüze gelen hadisleri kabul etmek aynı anlama mı geliyor? 


16. Neden Peygamberimiz ahiret gününde rivayetleri(hadisleri) terk edenlerden değil de, Kuran’ı terk edenlerden şikayetçi olacak? (Furkan, 33)

BEN NEYE KARŞIYIM? 


“Hak mezhep” deyip Müslümanları fırkalara, hiziplere (Rum, 32) ayıranlara, “cilbab”ı anlam
kaymasına uğratıp kadınları kara çarşaf içine hapsedenlere ve “cinsel obje” olarak görüp
bazı ibadetlerini kısıtlamaya çalışanlara karşıyım.


Uydurma hadislerle, Allah’ın baldırını açtıranlara, mitolojik bilgileri dine dayatıp Peygamberin dünyanın öküz ve balığın üzerinde durduğunu söyleyenlere, dinde farklı doğruların olduğunu söyleyip mezhepleri ayakta tutanlara, dini yalnızca Allah’a değil Peygambere, sahabelere, alimlere ve şeyhlere özgüleyenlere karşıyım.

Kuran'ın anlaşılmaz olduğunu savunanlara, Kuran'a abdestsiz dokundurtmayanlara, dini sorgulatmayanlara, zina edene recm uygulayanlara, dinden çıkanı öldürtenlere, Peygamberin 9 yaşındaki kızla evlendiğini savunanlara, Peygamberin hanımlarıyla sırayla cinsel ilişkiye girdiğini söyleyenlere, din kisvesi altında Allah’a şirk koşanlara karşıyım.

Ben, din yalnızca Allah’ın oluncaya kadar mücadele edicem. Samimi insanların uyanması için elimden geleni yapıcam. Zira inanmak istediğine inan "müslüman görünümlü müşriklere" bir şey anlatamayacağımı biliyorum.

Ben peygamberimize atılan iftiraya tahammül edemiyorum. Ben Peygamberi istismar ederek, bu dine Kuran dışı bilgilerin girmesine tahammül edemiyorum. Tüm anlatmak istediğim bu!


Kuran’ı tek kaynak olarak kabul etmek, Peygamberi dışlamak değil canımın içi. Peygamberi dışlamak nedir biliyor musun? O’nun söylemediği sözleri ona dayandırmaktır. Peygamberi dışlamak nedir biliyor musun? Hadisler yoluyla Kuran’dan farklı bir Resul anlayışı ortaya koymaktır. Peygamberi dışlamak demek, deve sidiğini öğütlemektir, Allah’la beraber hüküm koyduğunu söylemektir. 9 yaşındaki bir kızla evlendiğini kabul etmektir. Kuran’ın kendini açıklayıcı olduğunu kabul etmemektir.

Peygamberi dışlamak, Peygambere Kuran benzeri bir kitap indiğine inanmaktır.


SONUÇ VE TEMENNİ


Buraya kadar anlattıklarım, açıkça şu gerçeği ortaya koymaktadır: Kuran'la baş başayız ve kafamızda oluşan tüm soru işaretlerini bu Kitab'a bakarak çözmeye çalışmalıyız. 

Bu yüce Kitaba gerçekten yönelenler "ilk inen sure alak mı fatiha mı?" "İniş sırasına göre mi yoksa resmi mushaf sırasına göre mi okuyayım?" gibi yüzeysel detaya inmeyecektir. Kuran'a dönüşümü hızlandırmak ve âlim görünen cahil hocalardan kurtulmak için ayetlerin içeriğini inceden inceye düşünmeye (Muhammed,24) başlayacaktır. Kadınların giyim tarzıyla ilgili yaklaşık 3 ayet varken, "yoksula, yetime, yolda kalmışa, muhtaçlara yardım etmek" ile ilgili yüzlerce ayeti görmeye başlayacak, Kur'an neyi ön plana çıkartıysa onu ön plana çıkarmaya çalışacaktır. Zamanla tüm ayetlerin bizden istenilen yönünü hayata geçirecektir. 

En zor değişen, belki de hiç değişmeyen şeydir inanç! Dolayısıyla 1000 yıllık İslam geleneğinin Kuran'a zıt birçok inancı barındırdığını çoğu müslüman kabul edemiyor. Onlara yalnızca Kuran'dan delil göstererek yanlışlarını düzeltmek mecburiyetindeyiz. Zira Rabbimiz "yaşayan delil üzere yaşasın"(Enfal,42) buyuruyor. Eğer samimiyse, bugün anlamasa da  yarın anlayacaktır.

Ayette geçen "atalara değil, yalnızca Kuran'a uyun" mesajının sadece peygamberimiz zamanındaki müşriklere değil, müslüman zannedilen günümüz müşriklerine, bizden önce yaşamış olan atalarımıza, din konusunda otorite sahiplerine de söylendiğini bu topluma anlatmaktır.

Umut ediyorum ki, Peygamberin sözüne bakmak isteyenler, O'nu merak edenler Allah'ın kelamına bakacaktır. 

Hadi Eyvallah...


Kaynaklar:
[*1] Müslim, Talak
[*2] Buhari, Talak
[*3] Buhari Tıp5/1, Hanbel 3/107,163
[*4] Şatıbi, Muvafakat (Kendisi Malikidir) 
[*5] Dr.Kamil Çakın, Hadisin Kuran'a Arzı Meselesi
[*6] İbnu'l Cevzi, Kitabu'l Mevzuat
[*7] Şatıbi, İ'tisam 
[*8] Sünen-i Ebu Davud Nikah Babı Cilt:8 Sayfa:67 Hadis no:2049
[*9] J. Krishnamurti - İçsel Devrim
[*10] Prof.Dr. Mehmet Emin Özafşar, Hadis, Evrensel Mesajlar İslama Giriş





 

8 yorum:

  1. Muhteşem ! Çok emek vermişsiniz Allah razı olsun ... Anlayabileceğini düşündüğüm sevdiklerimle paylaşıcam inşaAllah .

    YanıtlaSil
  2. BismillahirRahmanirRahim
    Onlar ki, o ümmî peygambere uyarlar, yanlarindaki Tevrat ve Incil'de yazilmis bulacaklari o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onlari kötülüklerden alikoyar, temiz ve hos seyleri kendilerine helâl kilar, murdar ve kötü seyleri de üzerlerine haram kilar, sirtlarindan agir yükleri indirir, üzerlerindeki baglari ve zincirleri kirar atar, iste o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygi gösteren, ona yardimci olan ve onun peygamberligi ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, iste asil murada eren kurtulmuslar onlardir.
    araf 157

    YanıtlaSil
  3. BismillahirRahmanirRahim
    Onlar ki, o ümmî peygambere uyarlar, yanlarindaki Tevrat ve Incil'de yazilmis bulacaklari o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onlari kötülüklerden alikoyar, temiz ve hos seyleri kendilerine helâl kilar, murdar ve kötü seyleri de üzerlerine haram kilar, sirtlarindan agir yükleri indirir, üzerlerindeki baglari ve zincirleri kirar atar, iste o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygi gösteren, ona yardimci olan ve onun peygamberligi ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, iste asil murada eren kurtulmuslar onlardir.
    aRaf 157

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. Emeğine sağlık kardeşim derin bi araştırma yaptığın ortada. seninle uzun uzun sohbet etmek isterim. evrim filminde geçen repliği hatırlar sın; bilinçli olduğunu bana kanıtlayabilir misin. filmde kanıtlanması imkansız olduğu söylenniyor. sen olsan bu soruya nasıl cevap verirsin? bir ikinci sorum ön yargıların var mı ? bi de merak ettiğim başka bişeyde eğer ön yargılı biriysen okumamışsındır ama hiç ibn-i arabi yi okudun mu. çünkü burda yazdığın bütün düşünceler ve araştırmalar bana duygusal gibi geldi ve bende sorgulayan biri olarak aynı senin gibi düşünüyordum ibn i arabiyi okuyana kadar. çok az şey biliyoruz ve duygularımız gerçeği görmeye hep engel oluyor. yunus emre nin dediği gibi sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır.. peki biz kendimizi ne kadar biliyoruz ki gerçeğin bizim düşündüğümüz gibi olduğunu iddia edebiliyoruz. İbn-i arabi hz. diyor ki iddaa sahibi iddaasıyla sınav edilir...biraz düşünürsek bunun hayatımızda deneysel olarak sürekli gerçekleştiğini farkedebiliriz. amacım seninle tartışmak değil ön yargısız bir şekilde tamamen objektif olmaya çalışarak duyguların etkisinden kurtularak temiz akıla ulaşmak ve bu şekilde gerçekleri daha net görebilmek hep birlikte..sende biliyorsun bilinçaltımız pek temiz değil izlediğimiz okuduğumuz ve de dinlediğimiz her şey bilincimizi biraz daha kirletiyor ve o gerçek sandığımız duygular bizi yönetmeye başlıyor. ve sonra bir bakıyoruz ki bütün algılarımız değişmiş.Süreikli temiz akıldan biraz daha uzaklaşıyoruz yani özümüzden kendimizden.biz kendimizi bilmiyoruz o halde sadece iddaa edebiliriz öyle değil mi yanılıyor muyum.yani felsefe yapıyoruz aslında..amacım seninde kendi düşüncelerini yeterince sorgulayıp sorgulamadığını anlamak.yeterince derken iman konuları dışında sıfır ön yargıya sahip olmaktan bahsediyorum.Bi düşünsene bizim gibi sorgulayan herkes kendi bakış açısına göre Kur an ı doğru anladığını iddaa etse muhtemelen herkesin anladığı birbirinden farklı olacaktır. bu durumda bir karmaşa bir kaos ortamı olmaz mı sence.Kur an ı tam manasıyla anlayan ve yaşayan, yürüyen Kur an diye ifade ettiğimiz Peygamber efendimiz s.a.v. değilmidir. peki O na takva olarak en yakın olan bizler miyiz.Mesela ben şahsen İbn-i arabi hz. nin bizden daha yakın olduğunu düşünüyorum yahut Abdulgadir-i Geylani hz. nin.. Sakın bana velayeti de inkar ettiğini söyleme. o zaman sohbet çok başka yere gider:) Sonuç olarak bana şunu söyle yazdıkların ve aktardıkların kurgusal bir hipotez mi (yani iddaa mı..diğer bir deyişle inanmak istediğin şeymi) yoksa sen gerçekten en başta sorduğum soruya evet ben bilinçli olduğumu kanıtlayabilirim mi diyorsun?

    YanıtlaSil
  6. Emeğine sağlık kardeşim derin bi araştırma yaptığın ortada. seninle uzun uzun sohbet etmek isterim. evrim filminde geçen repliği hatırlar sın; bilinçli olduğunu bana kanıtlayabilir misin. filmde kanıtlanması imkansız olduğu söylenniyor. sen olsan bu soruya nasıl cevap verirsin? bir ikinci sorum ön yargıların var mı ? bi de merak ettiğim başka bişeyde eğer ön yargılı biriysen okumamışsındır ama hiç ibn-i arabi yi okudun mu. çünkü burda yazdığın bütün düşünceler ve araştırmalar bana duygusal gibi geldi ve bende sorgulayan biri olarak aynı senin gibi düşünüyordum ibn i arabiyi okuyana kadar. çok az şey biliyoruz ve duygularımız gerçeği görmeye hep engel oluyor. yunus emre nin dediği gibi sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır.. peki biz kendimizi ne kadar biliyoruz ki gerçeğin bizim düşündüğümüz gibi olduğunu iddia edebiliyoruz. İbn-i arabi hz. diyor ki iddaa sahibi iddaasıyla sınav edilir...biraz düşünürsek bunun hayatımızda deneysel olarak sürekli gerçekleştiğini farkedebiliriz. amacım seninle tartışmak değil ön yargısız bir şekilde tamamen objektif olmaya çalışarak duyguların etkisinden kurtularak temiz akıla ulaşmak ve bu şekilde gerçekleri daha net görebilmek hep birlikte..sende biliyorsun bilinçaltımız pek temiz değil izlediğimiz okuduğumuz ve de dinlediğimiz her şey bilincimizi biraz daha kirletiyor ve o gerçek sandığımız duygular bizi yönetmeye başlıyor. ve sonra bir bakıyoruz ki bütün algılarımız değişmiş.Süreikli temiz akıldan biraz daha uzaklaşıyoruz yani özümüzden kendimizden.biz kendimizi bilmiyoruz o halde sadece iddaa edebiliriz öyle değil mi yanılıyor muyum.yani felsefe yapıyoruz aslında..amacım seninde kendi düşüncelerini yeterince sorgulayıp sorgulamadığını anlamak.yeterince derken iman konuları dışında sıfır ön yargıya sahip olmaktan bahsediyorum.Bi düşünsene bizim gibi sorgulayan herkes kendi bakış açısına göre Kur an ı doğru anladığını iddaa etse muhtemelen herkesin anladığı birbirinden farklı olacaktır. bu durumda bir karmaşa bir kaos ortamı olmaz mı sence.Kur an ı tam manasıyla anlayan ve yaşayan, yürüyen Kur an diye ifade ettiğimiz Peygamber efendimiz s.a.v. değilmidir. peki O na takva olarak en yakın olan bizler miyiz.Mesela ben şahsen İbn-i arabi hz. nin bizden daha yakın olduğunu düşünüyorum yahut Abdulgadir-i Geylani hz. nin.. Sakın bana velayeti de inkar ettiğini söyleme. o zaman sohbet çok başka yere gider:) Sonuç olarak bana şunu söyle yazdıkların ve aktardıkların kurgusal bir hipotez mi (yani iddaa mı..diğer bir deyişle inanmak istediğin şeymi) yoksa sen gerçekten en başta sorduğum soruya evet ben bilinçli olduğumu kanıtlayabilirim mi diyorsun?

    YanıtlaSil
  7. Selamlar... Davetlisiniz Sayın Kardeşlerim

    http://cemaatlerinicyuzu.blogspot.com.tr

    YanıtlaSil
  8. Emeğine, gönlüne ve kalemine sağlık. Aklını kullanabilen insanların anlayabileceği her türlü detay ve soruya cevap verilmiş.

    YanıtlaSil

Yorum yaptıktan sonra "Profil Seçin" kısmından "Anonim"i tıklayın